Bu haftaki konuğum Celal Başlangıç, güneydoğu ve Kürt sorunu
ile ilgili olarak sahada bulunmuş, risk almış, kitap yazmış bir gazeteci. 40 yıllık gazetecilik serüveninde hala gerçeğin peşinde. Bu amaçla güneydoğudaki gazetecilere destek çıkmak, en çok da oradaki haberlerin daha çok kişiye ulaşmasını sağlamak amacıyla
Haber Nöbeti'ne ilk katılan gazeteciler arasında. Halen çıkmak üzere olan bir kitabı üzerinde çalışıyor: “Hendekleri, Barikatları
Anlama Rehberi.”
Lafı fazla uzatmadan, söyleşiye geçelim ve anlamaya
çalışalım hendek ve barikatları.
*** Güneydoğu’da olanlar bağlamında içinde bulunduğumuz
durumun nedeni nedir? Çözüm sürecinde kırılma noktası nedir?
Kırılma noktası Kobani. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kobani
düştü düşüyor” söylemi iktidarın başka planlarıyla da örtüşüyor. 2014 Eylül ve Ekimm
aylarında Türkiye’de gidişatın ve çözüm sürecinin rengi değişti. Ancak özellikle
İmralı’nın gayretiyle ip kopmadan yürüdü. İpi koparan AKP iktidarı ve ya da tek
başına Tayyip Erdoğan değil; mesele tek başına HDP’nin barajı aşması da değil.
Birçok faktörün bir araya gelmesi sonucu bu karanlığa yuvarlandık.
*** En önemli faktörler neler? Kamuoyunun yaygın olarak
bilmediği neler oldu?
Barış sürecinde bile herkes savaşa hazırlanmış. Belki de en
belirgin köşe taşı 30 Ekim 2014’deki Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı; Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin en uzun süren MGK toplantısıdır, tam 10,5 saat. Ondan
evvelki rekor 9 saatle 28 Şubat’a aitti. Bugün kanunlaşmış olan İç Güvenlik
Yasa Tasarısı 10,5 saatlik toplantıdan çıktı. Bu da bir savaş hazırlığıydı; kurulmamış
masa devrildikten sonra meydana gelebilecek olayların devlet güçleriyle
bastırılmasının alt yapısıydı. Bir de anlıyoruz ki MGK’nın o toplantısına
girdiği iddia edilen bir Çöktürme Eylem Planı var. Bu 2015 Mayıs ayında ortaya
çıkmaya başladı ve şu an mecliste duran iki soru önergesiyle de daha belirgin
hale geldi. Bugün yaşadığımızı sokağa çıkma yasakları, kentlerin kuşatılması,
vs. hepsi o Çöktürme Eylem Planı’nın içerisinde var.
‘Sanki birileri bu gençleri hendek kurmaya özendiriyordu’
*** İktidarın bakışı neydi? Bu tutum, bu plan nedir? Konuyu
biraz daha açabilir miyiz?
Zaman gazetesinde, Diyarbakır temsilcisi Aziz İstegün’ün 14
Ocak 2015’de yazdığı bir yazı vardı. Gezi olayları sırasında Lice’de kalekol
yapımını protesto ederken öldürülen Medeni adında bir genç vardı. Oradaki
çatışma ve gerginliklerde ufak tefek hendekler kurulmuştu. Ama esas çözüm süreci
döneminde kurulan ilk hendek Cizre’dedir. Aralık 2104 içinde Cizre’de dört kişi
resmi kurşunlarla öldürüldü ve bir kısmı çocuk denecek yaştaydı. Mahalle
aralarına girilip baskınlar yapılıyor, insanlar tutuklanıyordu. Bunun üzerine ilk
hendekler kuruldu. Ve 30 Aralık 2014’de Cizre Emniyet Müdürü Ozan Başurgan görevden
alındı ve yerine bir emniyet müdürü atandı. Bu emniyet müdürü 6 Ocak’ta HDP’li
vekiller, dini kanaat önderleri gibi yerel liderlerle konuşarak hendekleri
kapatma kararı aldırdı. Hendekler kapandı. Hendeklerin kapandığı gün,
hendeklerin kapandığı yerden zırhlı bir polis aracı girdi ve 14 yaşındaki Ümit
Kurt’u öldürdü. Bunun üzerine hendekler tekrar kuruldu. Sanki birileri bu
gençleri hendek kurmaya özendiriyordu. Kandil’in veya siyasi bir oluşumun
iteklemesi yok burada. Yine siyasiler araya girdi, hatta 14 Ocak’ta Hatip Dicle
İmralı’da Öcalan’la görüştü. Öcalan’ın mesajı hendekleri kapatın, barikatları
kaldırın, yüzü kapalı eylem yapmayın, kepenk kapattırma eylemi yaptırmayın
diye. Öcalan’ın bu talimatı üzerine gençler hendekleri kapattılar. Yine aynı
gün, bunun görüntüleri de var, bir zırhlı araç girdi ve Nihat Kazanhan diye 12
yaşında bir çocuğu öldürdü. 30 Aralık’ta Cizre emniyet Müdürlüğü’ne atanan
Ercan Demir, 20 Ocak’ta tutuklandı – oradaki ölümlerden filan değil, Hrant Dink
cinayetinden; belki de başına çorap örüldü bilemiyorum ama Hrant Dink cinayeti
işlendiğinde Trabzon İstihbarat Dairesi’nde görevli amirdi ve Dink cinayetinde
sorumlu tutulanlardan biriydi. 30 Aralık’ta Cizre Emniyet Müdürlüğü’nden alınan
Başurgan tekrar Cizre emniyet müdürlüğüne geri getirildi. Bu bizim batıdan
bakınca anlayamadığımız bir süreç olabilir ama eğer devlet karşınızda harekete
geçmişse, Kürtler hem genetik olarak hem de refleks olarak tedbir almak zorunda
hissediyorlar kendilerini.
‘Kıstırmak, boğmak ve kışkırtmak, işte şu andaki bütün
politika bu yönde’
*** Aziz İstegün’ün haberinde başka neler vardı?
14 Ocak 2015 günü, Aziz İstegün Zaman gazetesinde “Ne olacak
bu iş?” diye Cizre üzerinden bir yazı yazdı. Bu yazı yazıldığında çözüm süreci
devam ediyor, görüşmeler sürüyordu. Yazıda 5 şık var, okuyacağım 5. şık bugün
içinde bulunduğumuz durumu en iyi şekilde açıklıyor:
“AKP’nin sürdürülebilir çatışma politikasıyla HDP’yi baskı
altında tutmak istemesi. Bu görüşe göre AKP, 7 Haziran 2015’de
gerçekleştirilecek genel seçimlere Kürt meselesine dair risk almadan, kayda
değer adımlar atmadan gitmek istiyor. Ayrıca siyasi gidişatın normal şartlar
altında ilerlemesi durumunda HDP’nin legal alanda mesafe kat etmesi kuvvetle
muhtemel. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bunu gösterdi. Alevi ve sol kesimin yanı
sıra muhafazakar Kürt tabanından HDP’ye kayda değer oy kaymaları mümkün. Bunu
engellemenin yolu sürdürülebilir çatışma rejimi tesis ederek HDP’nin siyaset
alanını daraltmak. AKP, düşük yoğunluklu çatışma ortamında kendi iktidarını
güvende hissediyor. AKP temelde Kürt hareketini kıstırmak, kışkırtmak ve boğmak
istiyor.”
Kıstırmak, boğmak ve kışkırtmak, işte şu andaki bütün
politika bu yönde. Yaralı insanların günlerdir alınamaması, cankurtaran gitsin
diye adres verilen yere zırhlı araçların gidip bombalanması, insanların
çığlıklarının telefondan dinlenmesi bile bir kışkırtmadır, kıstırma ve boğma
hareketidir. Çatışmalarda ölen PKK’li gençlerin mezarlıklarını bombalamak da
kışkırtmaktır.
*** Siz bir yazı yazmıştınız T24’de “Cizre’den Silvan’a; AKP
Kürtleri çıldırtmak istiyor!” diye…
Uygulanan politikalar o yönde. Sur’da sokağa çıkma yasağı 70
günü geçti. Şöyle ölçelim, Fatih Sultan Mehmet 6 Nisan’da geldi surların önüne
29 Mayıs’ta aldı, yani 53 gün. Yahu siz 70 gündür ne yapıyorsunuz Sur’da? Polis
özle harekatı yetmiyor, jandarma özel harekatını sokuyorsun, yetmiyor bordo
berelileri sokuyorsun, yetmiyor sualtı komando birliklerini sokuyorsun, o da
yetmiyor korucuları sokuyorsun…
*** AKP tek başına iktidar olamayacağını görünce mi
kontrollü çatışma sürecini başlattı?
Bu çatışma, yani MGK toplantısından sonra gündeme gelen
mesele, 7 Haziran’dan sonra başlayacaktı. AKP oy kaybettiğini görünce bunu daha
öne çekti ve kontrollü çatışma süreci başladı. 30 Ekim’deki Milli Güvenlik
Kurulu Toplantısı ve Çöktürme Eylem Planı’nın çıkmasıyla HDP’nin seçime parti olarak girme kararı
vermesi bu toplantı sonrasına rast geliyor. HDP, 7 Haziran’dan sonra savaş
çıkacak, bağımsız olarak girsem savaş çıktığında milletvekilleri en fazla
bölgelerine geri gidecek; eğer parti olarak girip yüzde 10 barajını aşarsam
AKP’nin tek başına iktidarını engellerim ve barış sürecine katkı sunarım diye
düşündü. AKP tek başına iktidar olamayacağını görünce kontrollü çatışma
sürecini başlattı. Meselenin ikinci yanı eski devleti, yani eski genelkurmay
devletini, de rahatsız eden bir şey var, Kürtlerin Kuzey Suriye’deki
yapılanması.
‘AKP’de bir takım çatlaklar var ama tek patron Erdoğan’
*** AKP eski devlet tarafından yutuldu mu yoksa eski devlet
AKP ile anlaştı mı? Ayrıca AKP’deki çatlaklara bakınca AKP ile Erdoğan’ı da
ayırmak gerekir mi?
Ben ortak olduklarını düşünüyorum. AKP’de bir takım
çatlaklar var ama tek patron Erdoğan. Erdoğan’ın geldiği yer de “üniter
başkanlık.” Aslında “üniter” kısmı eski devlete ait, “başkanlık” kısmı da Recep
Tayyip Erdoğan’a ait. Böyle bir “üniter başkanlık” formülünde anlaşmış gibi
görünüyorlar. Bunda hem Kürtlerin yüzde 10 barajını aşması çok etkili oldu hem
de Rojava’da ayrı bir kanton yapısına kavuşmaları ve özellikle Ortadoğu’da
uluslararası güçlerin tek işbirliği yapabileceği seküler ve etkili bir silahlı
güç olmaları. Çünkü IŞİD’a karşı hiç kimse PYD’nin sağladığı kadar başarı
sağlayamadı. IŞİD’in durdurulma ve geriletilme noktasında PYD’nin çok büyük
katkısı oldu, hatta tek güç olarak PYD görüldü. O yüzden Türkiye panikledi;
başına ikinci bir Kuzey Irak meselesi çıkacak diye. 90’lı yıllarda Türkiye’nin
kırmızı çizgisi Kuzey Irak’tı, şimdi aralarından su sızmıyor zaten tek dostumuz
da orası kaldı. Ancak yine de orada başta yaptığımız hatayı burada
yapmayacağız, bunu baştan engelleyeceğiz diyorlar. Bunun altında yatan neden de
Kürt fobisi. Bir yanı bu, diğer yandan da Türkiye’nin kendi Kürtleri için ne
düşündüğünün ipuçlarını görüyoruz.
*** Ne düşünüyor Türkiye kendi Kürtleri için?
Sınırı belirleyen Berlin-Bağdat demiryolu birçok aşireti ve aileyi
de bölmüştür. Bir tarafta insanlar kendi kendilerini yönetecekler, kendi
okullarını yönetecek, kendi meclislerini kuracaklar. Bir özyönetim modeli var.
Karşı köyünüzde insanlar anadilinde eğitim görecek ve insanlar burada “neden
burada da olmasın?” diyecek. Çıta yükselecek. Türkiye’yi korkutan da bu. Belki
Barzani tarzındaki bir yönetime daha iyi bakabilirlerdi – uluslararası güçler
için de bu geçerli – ama temeli Türkiye’de atılan, teorisi Türkiye’de
hazırlanan ve burada önerilen demokratik özyönetim modeli şu anda sınırımızın
öbür tarafında hayata geçmiş durumda.
*** Bu zaten olmuş. Şimdi Türkiye neyi önlemeye çalışıyor?
Bölgede Kürtlerin daha fazla ilerlemesini önlemeye
çalışıyor. Kurulacak yeni Suriye’de özyönetim modeli olmamasına çalışıyor;
kendi patronajında Kürtlerin de ezildiği bir model öneriyor Suriye’ye. Nasıl
Türkiye’de tek millet, tek dil, tek bayrak anlayışı var, aynısını Suriye’ye de
taşımak istiyor.
‘Baharda gerillanın devreye girmesiyle daha kanlı çatışmalar
olma ihtimali var’
*** Bu işin sonu nereye gider? Çatışma daha çok sürer mi?
Bahara kadar bu iş bitmezse, baharda gerillanın devreye
girmesiyle daha kanlı çatışmalar olma ihtimali var. İnanıyorum, bu iş masada
bitecek ama bu masa ne kadar erken kurulsaydı o kadar Türkler ve Kürtler
etrafında olurdu. Masanın kurulması geciktikçe, araya kan girdikçe Türkler ve
Kürtler kendiliğinden masaya oturmayacaklar, başkaları, uluslararası güçler
onları masaya oturtacak.
*** Bahsettiğiniz, AKP ile “eski devlet” arasında kabul
gören “üniter başkanlık” formülü tutar mı? Tayyip Erdoğan başkan olabilir mi?
Genelkurmay, AKP, MHP ve CHP arasında savaş stratejisi
konusunda belli bir anlaşma sağlandı. Anlaşma sağlanamayan nokta herhalde Recep
Tayyip Erdoğan’ın başkanlığıdır. Onun için de bölgede yaşananlar karşısında çok
sessiz duruyorlar. CHP Genel Merkezi bazı örgütlerinin zorlamasıyla bölgeye
heyetler gönderiyor. Ülkenin bir yerinden her gün ölüm haberleri geliyor,
asker, polis, gençler ölüyor ve CHP sanki bunlar yokmuş gibi bir Atatürk
resmini kim kaldırdı meselesiyle uğraşıyor. Böyle bir şey olabilir mi? CHP
diyor ki Kürt sorunu mecliste çözülmeli. Evet, ama nasıl? Kürt sorunu nasıl
çözülecek sorusuna henüz CHP yanıt vermedi. Anadilde eğitim konusunda ne
öneriyor? Yerinden yönetim konusunda ne önerisi var? Kemal Kılıçdaroğlu’nun son
kurultay konuşmasında bunların hiç biri yoktu, sonradan, ayıp olmasın diye
birkaç şey eklendi. Halbuki Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunudur. 30
senedir bu sorun var.
*** Kürtlerin eskiden Türkiye’den bir ayrılma talebi vardı.
Şimdi yok. Özyönetim talebi var ve bu da zaten Türkiye’de diğer herkesin
isteyebileceği faydalı bir şey. Bu Türkiye tarafından olumlu karşılanması
gereken bir durum değil mi?
1993 yılında Öcalan’la röportaj yapmak üzere Bekaa Vadisi’ne
gittiğimde Öcalan ayrı devlet kurmaktan vazgeçmişti. O zaman Cumhuriyet
gazetesi yazı işleri müdürüydüm, hatta sorularımdan biri şu olmuştu, “ayrı
devlet kurmayacaksan bu gerillanın işi ne?” Şimdi ayrı devlet meselesi
özyönetime çevrildi. Kürtler ayrı bir devlet kuracağız dediği zaman Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin orada yaptığı zulüm mazur gösterilebiliyor, daha meşru
kabul edilebiliyordu. Ama Kürt siyasi hareketi şimdi “Biz buradan
ayrılmayacağız, burada kalacağız, tek, ortan vatan olacak ama biz kendimizi
yönetmek istiyoruz” diyor. Devlet aklının şaştığı nokta burası oldu. Bu önerme,
kendi kendini yönetim, sadece Cizre’nin, Nusaybin’in değil bütün Türkiye’nin, İzmir’in
de, Trakya’nın da sorunu. Deresi üzerine HES yapılacak Rize neden deresiyle
ilgili ne yapacağına kendi karar vermiyor da bunun kararı birilerine peşkeş
çekilerek Ankara’dan veriliyor? Neden gelirler Rize’de kalmıyor da birilerinin
cebine gidiyor? Ancak yine de önermeye Kürtlerin ayrılma planının parçası
olarak bakılıyor. Kürtler zaten hep olağan şüpheli oldular. Neden? Çünkü bu
devlet yapısı 20 milyon kişiye yoksun diyor. Cumhuriyetin kuruluşunda en çılgın
proje Kürtlere yoksun demekti. Bu sefer baktık ki Kürtler varmış ama ya
terörist ya da olağan şüpheli.
‘Şiddet uygulanmasını engellemek için anayasa değişikliğine
ihtiyaç yok’
*** Başbakan Mardin’de bir plan açıkladı: “10 ayaklı terörle
mücadele planı.” Nasıl değerlendirdiniz bu planı.
Bugüne kadar her hükümet bu konuda bir plan açıkladı ama en
komiği ve en çapsızı bu. Demokratikleşmeyi anayasa değişikliğine bağlıyor.
İnsanların bu ülkede anadilde eğitim görmesi için anayasa değişikliğine ihtiyaç
yok. Şiddet uygulanmasını engellemek için anayasa değişikliğine ihtiyaç yok. Yeni
anayasa için ön şart olarak başkanlık sistemini getiriyor. Yeni anayasa AKP
için başkanlık sisteminden başka bir şey ifade etmiyor. Bu çatışma ortamında
yeni anayasa filan çıkmaz, çıksa çıksa hır çıkar. Mecliste yeni anayasa için
330’u bulamazsa seçime gidebilir.
Çatışma ortamı zaten AKP’nin işine geliyor. 1 Kasım seçimine de öyle
gittik. Sandık başları askerler, polisler tarafından tutulmuştu.
*** Geçen hafta İçişleri Bakanı Efkan Ala operasyonların
birkaç güne kadar biteceğini söylemişti ama operasyonlar sürdü. Bir yandan da
Cizre’deki bodrum katında mahsur kalan kişilerle ilgili olarak TRT “60’a yakın
terörist etkisiz hale getirildi” haberini yaptıktan sonra, Anadolu ajansı
rakamı 8 olarak verdi, Genelkurmay 10. Devletin farklı kurumlarından farklı bilgiler
gelmesini neye bağlıyorsunuz?
Gözlemimiz o ki bölgeye gönderilen polis ve özel harekatçıları
kendi başlarına buyruk. Belli ki saraydan yönetilen bir yapı oluşturulmuş.
Sağlık Bakanlığı ile görüşülüyor, başbakan talimat veriyor ve gidilsin
yaralılar, cenaze alınsın deniyor ama giden sağlık ekibinin önü ekibinin önünü
özel harekat kesiyor, “Başbakanın talimatıyla geldik” deyince “Sen git başbakanın
gelsin” diyorlar. Başbakan Mardin’e geldiğinde Cizre’de sokağa çıkma yasağı
kalkacaktı ama hala sürüyor. Herhalde başbakanın gücü yetmedi. Devletin görünen
yüzüyle arazideki devlet güçleri farklı. Zaten TRT’de haberin 60 kişi çıkması,
ertesi gün Anadolu Ajansı’nın 8 kişi, valiliğin 10 kişi diye açıklama yapıp
genelkurmayın da buna ayak uydurması aslında devlet içindeki bir çekişmenin
sonucu, hata filan değil. Devletin farklı kanatları farklı tutum aldılar, o
yüzden değişik haberler gördük.
‘Esedullah, JİTEM ve Hizbullah’ın karışımıyla ortaya çıkmış
bir örgüt’
*** Bölgede çekilen fotoğraflarda duvarlarda devlet
güçlerinin bıraktığı Esedullah Timi gibi yazılar ayrıca 3 hilal resimleri gibi
grafitiler vardı. Bunlar, orada görev yapan devlet güçleri hakkında bize ne
anlatıyor?
90’lı yıllarda bölgede iki karanlık güç vardı; biri JİTEM
diğeri de Hizbullah’tı. Bunlar devletle bağlantılı ama direk devletin birimleri
olmayan karanlık uzantılardı. AKP iktidarı bölgede Kürtlerle savaş için bu iki
uzantıyı resmileştirdi ve üzerlerine de üniforma giydirdi. Esedullah, JİTEM ve
Hizbullah’ın karışımıyla ortaya çıkmış bir örgüt. Bölgedeki bazı tanıklıklardan
şunu öğreniyoruz. Türkçe, Kürtçe ve Arapça bilenler bu güçlerin başka bir dil
konuştuğunu söylüyorlar, bazı iddialara göre Çeçence konuşuyorlar. 90’lı
yıllarda özel harekatçıların tabanca kabzalarında ya da yüzüklerinde bozkurt
resmi olurdu. Gazeteciler bunu fotoğraflayabilmek için riski göze alırlardı.
Şimdi duvarlara kendileri yazıyorlar. Bir de 90’lı yıllarda görev alan özel
harekatçıların geri döndüğüne yönelik iddialar var.
*** Bölgede 90’lı yıllardaki deneyimlerinizden yola çıkarak
Korku Tapınağı isimli kitabı yazmıştınız. Bugünkü durum üzerine kitap yazsanız
ismi ne olurdu?
Bir kitap yazdım, daha çıkmadı: “Hendekleri, Barikatları
Anlama Rehberi.” Bu süreç hala devam ediyor ve şu anda “korku tüneli” demek
daha doğru çünkü bir korku tünelinden geçiyoruz ve nereye çıkacağı belli
olmayan bir tüneldeyiz; karanlık ve hiç ışık görülmüyor.
‘Hem güvenlik hem de askeri açıdan büyük başarısızlık söz
konusu’
*** İnsan hakları kuruluşlarının yaptığı çalışmaya göre
çatışmalarda 250 kadar sivil kaybı var. Çatışmalar sürüyor
ve sokağa çıkma yasakları 2 ayı geçti devam ediyor. Yaklaşık 200 kişinin
hendeklerin kurulduğu yerlerde direnişte olduğu söyleniyor. Devlet güçleri,
Türkiye’nin güçlü ordusu, 2 aydır 200 kişiyle mücadele edemedi mi? Bu durum, bu
operasyonların başarısı hakkında bize ne anlatıyor?
Hem güvenlik hem de askeri açıdan büyük başarısızlık söz
konusu. Sivil halkın olması fazla fütursuz davranmalarını engelliyor, görmek
lazım. Çatışmaların olduğu hiçbir yerde hiçbir valilik sivil ölümleriyle ilgili
açıklama yapmadı. Kürt sivillere düşman muamelesi yapılıyor. 1937’de Dersim’de
sivil halkın, çocuk ve kadınların katledildiğini yıllar sonra öğrendik; o
zamanki gazetelere göre ayaklanan bir grup asi vardı ve “imha ediliyor” du. Sanki
AKP hükümetinin kamu düzeninden anladığı sadece hendek meselesi. Bölgede eğitim
bitmiş, sağlık hizmetleri bitmiş, insan hakları yerlerde sürünüyor. Diyarbakır’da
araba kazası yapsanız polis karakoldan çıkıp gelemiyor. Bu mu kamu düzeni? Şu
anda kuşatma altındaki mahalleler, mesela, Cizre’de Nuh Mahallesi ve Cudi
Mahallesi, 80’li yıllarda ortada yoktu. Bu mahallelerde yakılan dağ köylerinden
aşağı indirilen köylülerin, Yeşilyurt’ta dışkı yedirilenlerin, faile meçhule
kurban gidenlerin çocukları, torunları oturuyor. Onlar dünün taş atan
çocukları. Ama öyle bir ceza maddesi getirdiler ki, taş atmakla silah atmanın
cezası aynı oldu. İnsanlar da o zaman neden taş atayım diye ellerine silah
aldılar. Bu devletin hazırladığı bir kompozisyondur. Sadece AKP’nin de değil,
geçmiş devletlerin de bunda sorumluluğu var. AKP çözüm adı altında barışı
elinde rehin tutmak istedi ve tutamadığını görünce savaşı tercih etti. Ana
tablo bu.
‘Güneydoğudaki gazeteciler gözaltına alınmayı, tutuklanmayı,
dayak yemeyi, kafasına silah dayanmasını, hatta kurşunlanmayı söze alarak haber
yapıyorlar’
*** Batıdan bölgeye Haber Nöbeti’ne giden ilk gazeteci
grubundaydınız. Giden bazı gazetecilerden kimi gazeteciliğe saygı
duyduklarından, kimi gerçeğe yaklaşmak ihtiyacından, kimi de gazetecilik
dayanışması için bu işe kalkıştıklarını yazdı. Sizin amacınız neydi?
Birkaç nedeni vardı. Birincisi, oradaki meslektaşlarımızın
kendilerini yalnız hissetmemeleri; oradaki Kürtlerin Türkiye’nin batısından
iyice koptuklarını düşünmemeleri çünkü biz çözüm bulacaksak ortak çözüm
bulmamız gerek diye inanıyorum. Bir de orada yaşanan gerçeği aktaran kanalların
çoğalmasını sağlamak. Şu değil, oradaki gazeteciler baskı görüyor, haber
yapamıyorlar, ulaşamadıkları haberlere ulaşalım değil çünkü oradaki arkadaşlar
gözaltına alınmayı, tutuklanmayı, dayak yemeyi, kafasına silah dayanmasını,
hatta kurşunlanmayı söze alarak haber yapıyorlar. Yapmadıkları hiçbir haber yok
aslında. Sorun o haberlerin belli kanallar içinde sıkışıp kalması ve o
gerçeklerin buradakilere ulaşmaması, adeta 1937’nin tablosu gibi. Temel
amaçlardan biri bu kanalları açmaktı. Hatta orda genç gazeteci arkadaşlardan
biri tanıdığım biridir, o 9 yaşındayken Lice’de köyü boşaltılmıştı. Şimdi
Diyarbakır’da gazetecilik yapıyor. “Bizim size ihtiyacımız yok,” dedi. Dedim
ki, “Bizim size ihtiyacımız var.” Çözüm ancak ortak bulunabilir. Bu ilk adım
çok önemliydi. Türkiye’nin batısında yaşayanların da orada yaşananlara tamamen
duyarsız olmadıklarını göstermek açısından da önemliydi. Türkiye’de yerlerde
sürünen gazeteciliğin itibarını birazcık iade etmek açsından da önemli. Yeterli
mi? Değil. Ancak üç insanın kafasında daha soru işareti oluşturabilirsek bu da
önemlidir diye düşünüyorum. Bu nöbeti tutmak için başvuran çok sayıda gazeteci
var. Herkes kendi olanaklarıyla katılıyor. Farklı siyasi görüşlerin
temsilcileri oraya gitsin istiyoruz.