10 Mart 2015 Salı

Barış hemen olur mu?

Bu yıl 28 Şubat, tarihi bir gelişmeye sahne oldu. Hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan, PKK’ya silahlı mücadeleyi bırakma temelinde bir kongre çağrısı yaptı. Bunu duyurmak üzere hükümet ve HDP yetkilileri 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de ortak bir açıklama yaptı ve bu açıklamada çözüm süreci başlıklarının 10 madde olarak belirlendiği söylendi. O günden beri pek çok haber “silahlara veda”, “silahları bırakma çağrısı” gibi başlıklarla işin silah bırakma yönüne odaklandı, terör olmasaydı Türkiye ekonomik olarak şu kadar daha gelişmiş bu kadar daha büyümüş olabilir dendi; 30 senedir süren savaşın 35 binden fazla kişinin ölmesine yol açtığı, doğduğundan beri savaş ve şiddetle yaşayan, yetim kalan binlerce çocuk olduğu ve yüzlerce hanede nice acılar çekildiği pek fazla konuşulmadı. Öcalan’ın çağrısı, sonra da yapılan ortak açıklama elbette önemli ve tarihi gelişmeler ancak bu koşulsuz bir silahları bırakma çağrısı mı? Bu gelişmeler ne anlama geliyor? Hangi adımların atılmasını bekliyoruz? AKP ile HDP arasında bir seçim ittifakı olma olasılığı nedir? Terörizm ve güvenlik konularında uzmanlaşan, pek çok ülkede saha çalışmaları yapan akademisyen Maya Arakon’a sordum.


*** Hükümet ve HDP'nin ortak basın açıklaması ne anlama geliyor? Nasıl yorumlamak gerek? 

Seçim sürecine girildiği bu günlerde iki partinin de kendi tabanına yönelik bazı girişimleri olması çok normal. Anladığım kadarıyla hem Erdoğan hem Öcalan seçimlere tarihe geçecek lider olarak geçmek isteğindeler. 

*** Zaten ateşkes yok muydu? 

Ateşkesin kalıcı olması için öncelikle resmi bir antlaşmanın olması gerekli. O açıdan PKK'nin kongreye çağırılması önemli bir karar. 

*** MHP lideri tepki vermekte gecikmedi ve dedi ki PKK'nın silah bırakmasını beklemek saflıktır. Milliyetçi çevrelerin katıldığı bu yoruma ne dersiniz?

MHP liderinin saflık nitelendirmesine katılmayacağım zira orada bir niyet okuma var ve siyaset, niyet okuma üstüne inşa edilen birşey değildir. Asıl saflık, karşılığında hiçbir yasal güvence almadan PKK'nin silah bırakacağını düşünmektir. Güney Afrika, Kuzey İrlanda ya da halihazırda devam eden Kolombiya barış süreçleri de dahil olmak üzere, dünyadaki başarılı hiçbir barış sürecinde örgütler, hükümet ya da devletlerden belli bir takım güvenceler almadan ve yasal düzenleme, mesela bir barış antlaşması, olmadan silah bırakmamıştır. Örgütlerin silah bırakması da öyle bir günde yapılacak birşey değildir zaten. Uzun ve kademeli bir süreçtir ve bu süreçler uluslararası bir silah bırakma komitesi tarafından da kontrol edilerek yönetilir. 



*** Selahattin Demirtaş'ın grup toplantısında söylediklerine göre ortada bir gariplik var: Hükümetin bazı açıklamaları -- Demirtaş yüzünden barış açıklaması gecikmiş vb. -- sanki Abdullah Öcalan ve PKK ile yürütülen süreç Demirtaş'ın dışında yürüyor izlenimini veriyor. Böyle olması mümkün mü? Demirtaş açıkça "AKP'ye güvenmiyoruz" dedi. Barış konusunda hangi adımı attın, hangi barış ve demokrasi yasasını çıkardın ki diye sordu... Böyle bir güvensizlik ortamı hakimken Öcalan ve hükümet hangi barış meselesinden bahsediyor?

Evet, ben de farkındayım bir tuhaflık olduğunun. Süreç sadece Öcalan'la Recep Tayyip Erdoğan arasında yürüyor gibi duruyor. Görüşmeler şeffaf yapılmadığı için ne konuşulduğunu da tam olarak bilemiyoruz elbette. Ama Demirtaş'ın AKP'ye söylediklerinde, yani güvenmemelerinde haklılık payı çok yüksek. Öcalan'ın ne üzerinden görüşmeleri sürdürdüğünü bilemiyorum ama PKK'nin lideri kendisi olduğu için kongre çağrısı çok önemli. Bununla beraber bu kesin barış geliyor, hemen barış olacak anlamına da gelmiyor. Kongreden ne sonuç çıkacağını bilmiyoruz ama KCK son derece net biçimde "hükümet somut adım atarsa biz de silah bırakmayı düşünürüz" dedi. Yani iş sonuçta gene atılacak somut yasal adımlara kalıyor. Şunu da unutmamak lazım, barışı en çok isteyenler gerçekten de bu savaştan en çok canı yanan kesim. Yani dağdaki gerilla da barışı istiyor, hatta belki hepimizden daha çok istiyor. Ancak Murat Karayılan'ın da dediği gibi, bu insanlar dağa piknik yapmaya çıkmadı. Bir amaç uğruna çıktı ve onu elde etmeden neden durduk yere silah bıraksın ki? Hem de hem Batı hem de Ortadoğu ülkeleri nezdinde IŞİD'e karşı savaşta böyle önemli bir meşruiyet ve prestij kazandıkları bir dönemde! Başbakan Davutoğlu'nun dediği "silah bırakmanın ama'sı olmaz" ifadesinin realitede bir karşılığı yok o yüzden. Hiçbir barış sürecinde bu iş böyle olmadı. PKK için de böyle olmayacak. Ve daha önce de belirttiğim gibi, bütün bu süreç yasal bir takvime bağlanmadığı, yasal bir güvence -- demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü ve adem-i merkeziyetçi yeni bir Anayasa yapılması ya da taraflar arasında bir barış antlaşması imzalanması gibi -- sağlanmadığı sürece, sadece sözel vaatler üzerine inşa edilecek bir barış sürecinin de geleceği çok parlak olmaz, o barış süreci kısa sürede başarısızlığa uğramaya mahkumdur. 

*** Demirtaş’ın AKP’ye güvenmiyoruz demesi neye dayanıyor?

Kürt sorunu bütüncül bir sorun, Türkiye demokratikleşmezse Kürt sorunu da çözülemez ve Demirtaş bunun çok iyi farkında. Gittikçe diktatörleşme eğilimi gösteren, iç güvenlik yasası gibi tüm vatandaşların hak ve özgürlüklerini kısıtlayan yasalar çıkaran bir hükümet varken demokratikleşme zor.

*** Öcalan’la görüşen ve “İmralı heyeti” diye de tabir edilen HDP delegasyonu ile Demirtaş’ın temsil ettiği HDP arasında bir bölünme var mı? Kürt siyasi hareketinde bölünme olabilir mi?

Kürt Siyasi hareketinde şu aşamada bölünme olmaz zira yüzde 10 seçim barajının olduğu bir durumda Kürt siyasi hareketi bölünerek meşru siyaset alanının dışında kalma riskini göze almayacak kadar deneyimli bir siyasi hareket. Demirtaş ve Öcalan arasında görünürde somut verilere dayalı bir bölünme var demek mümkün değil. Zaten ontolojik olarak da bunun realitede bir anlamı yok zira Öcalan PKK’nin lideri konumunda ve daha da önemlisi hareketin kanaat önderi ve fikir üreten ismi, Demirtaş ise siyasi parti lideri. Yani konumlarında da karşılaştırma yapılabilecek şekilde bir paralellik mevcut değil. İkisinin mevcut duruma yönelik kişisel siyasal algılarında elbette farklılık olması mümkündür ama bunun Kürt siyasi hareketinin ivmesini değiştirecek bir yönü olduğunu düşünmüyorum. Nihayetinde hem Kandil hem de HDP açık açık Öcalan’ın önderliğini tanımaktadır. Bu noktada bölünmeden bahsedecek somut bir delil yok elimizde. “Niyet okumak” da siyaset biliminin alanına girmez.

“Öncelikle mutlak surette bir yasal altyapı oluşturulmalı”

*** Demirtaş'ın yakınlarda bir televizyon programında açıkladığı, hükümet ile İmralı arasındaki görüşmelerin kilit noktasını oluşturduğu söylenen taslak metindeki 10 maddeye bakınca ne görüyorsunuz? Görüşmelerden bunca zaman sonra içerik daha dolu olamaz mıydı?

Bundan daha ileri bir taslak metin şu aşamada çıkamazdı zaten, teknik ve yasal bir altyapı yok çünkü daha gelişmiş ve detaylandırılmış bir metin çıkması için. Bunu bir "iyi niyet belgesi" olarak ele almak ve bunun üzerine daha geliştirilmiş ve yasal bir statüye kavuşturulmuş bir metin çıkartmak gerekli. Yani ortaya çıkacak metnin iki taraf için de belli bir bağlayıcılığı ve motive edici özelliği olması lazım ki metne ve barış sürecine sadık kalınsın, iki taraf da "masadan kalkan taraf" olma sorumluluğunu alamayacak hale gelsin -- bağlayıcılıktan kastım biraz da bu. Aksi halde en ufak bir anlaşmazlıkta olay inceldiği yerden kopabilir. 

*** Daha somutlaştıralım o halde durumu. Bu iyi niyet belgesinin ötesinde neler olmalı? İlk olarak yapılması gerekenler neler? Bir kaç madde ile sıralamak mümkün mü bundan sonra neler olmalı yönündeki beklentileri?

Öncelikle mutlak surette bir yasal altyapı oluşturulmalı. Diğer barış süreçlerinde bu yasal düzenleme bir ulusal barış antlaşması şeklindeydi. Burada da böyle bir şey uygulanabilir. Ateşkes devam etmeli, ancak tabii en önemlisi iktidar partisinin HDP ve Kürt siyasi hareketine yönelik ötekileştirici dili bırakması gerekli. Sonuçta barış her kesimin katkısıyla gelecek, şu aşamada birbirine düşmanca tavır sergileyip Kürt siyasi hareketini bölmek istercesine söylemlerde bulunmak doğru değil.




“Pek çok Türk hâlâ 90’lardaki devletçi söylemden besleniyor”

*** Kobane zaferinin Türkiye'deki Kürt siyasi hareketi için önemine değinelim biraz da. Yukarıda da değinmiştin, “PKK savaşçılarının bir amacı var ve onu elde etmeden neden durduk yere silah bıraksınlar, hem de Batı ve Ortadoğu ülkeleri nezdinde IŞİD'e karşı savaşta önemli bir meşruiyet ve prestij kazandıkları bir dönemde…” Kürtler Kobane zaferine rağmen barış görüşmelerine devam ettiğine göre Türkiye’de milliyetçi çevrelerde var olan “Kürtler barış istemiyor”, “Asıl istedikleri Türkiye’den ayrılıp ülkeyi bölmek”, “Savaştan besleniyorlar” gibi argümanlar çürümeye başlar mı?

Türklere bu konunun nasıl anlatıldığı önemli bu noktada. Pek çok Türkün hâlâ 90’lardaki devletçi söylemden beslendiğini, o söylemi yeniden ürettiğini görüyoruz. Bunun temel sebeplerinden biri kimsenin gerçek anlamda sorunun ne olduğunu bilmemesi, ve üzerine araştırma dahi yapmadan hamasi söylemlerle günü geçiştirmesi. Ancak bir diğer sebep de ana akım medyada kullanılan düşmanca, ötekileştirici ve şovenist dil elbette. Habercilerin kullandığı milliyetçi-şovenist dilin çoğu zaman gerçek olayları anlatmakta son derece yetersiz ve manipülatif olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan, Türklerin konuyu öğrenebilecekleri iletişim kanalları da devlet ve onun ideolojik aygıtları tarafından manipüle ediliyor. Bunun elbette bir amacı Kürt siyasi hareketi üzerindeki baskıyı daimi surette aynı yoğunlukta tutarak onları belli seçimlere zorlamak. Yani devlet, medya aracılığıyla bu konuyu, yani Türklerdeki “bölünme” korkusunu Kürt siyasi hareketine karşı kullanıyor demek mümkün. Daha önce de belirttiğim gibi, dağdakiler ve çatışmanın acısını her gün yaşayanlar, bölge halkı barışı herkesten çok istiyor. Doğduğundan beri şiddet ve savaştan başka hiçbir şey görmeyen çocuklar var orada. Barış geldikten sonra bunların topluma entegrasyonu, normalizasyonu gibi konular da gündeme gelecek, ki bunlar da çözümü hiç kolay sorunlar değil açıkçası. *** CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ısrarla AK Parti ile HDP arasında bir seçim ittifakı olduğunu ve barış sürecinde bir gelişme olmayacağını, açıklamaların tamamen “aldatmaca” olduğunu ileri sürüyor. Bunu somut olarak ispatlayamasa da neden ısrarcı olduğu konusunda görüşleriniz neler?

HDP’nin halk nezdinde beklenmedik bir yükselişi var. Bu da CHP’den HDP’ye oy kayması riski demek. Sanırım Kılıçdaroğlu bu riski bertaraf etmek için böyle bir iftira atma yöntemi kullanıyor zira somut deliller olmadıkça “aralarında anlaştılar” demek sadece iftira atmaktır. Somut delili varsa da ortaya çıkarmalıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce de HDP’nin AKP ile anlaştığı yönünde bir söylem vardı ve yalan olduğu ortaya çıktı. Selahattin Demirtaş da bunu birçok kez inkar etti zaten ekranlardan. Daha ne yapmaları gerekiyor CHP ve Kılıçdaroğlu ekibini ikna etmeleri için bilmiyorum. Kaldı ki neden Kürt siyasi hareketi masum olduğunu ispatlamak zorunda olsun ki? Suçlayan tarafın suçun sabit olduğunu ispat etmesi gerekir, masum olanın masumiyetini değil. Hukukta da bu böyledir, suçu isnat edemiyorsan susacaksın.

“Türkiye IŞİD politikasında U dönüşü yaptı”

*** Süleyman Şah Türbesi’nin Türkiye sınırına taşınmasını hükümet bir halkla ilişkiler kampanyasıyla kahramanlık destanına dönüştürmeye çalıştı, başarılı oldu mu?

Kendi kitlesi nezdinde başarılı olmuş olabilir ancak ne uluslararası basın ve siyasi çevreler, ne de Türkiye’deki muhalif basın bunu bu şekilde okumadı.

*** Türkiye’nin IŞİD politikasındaki değişiklikleri hangi faktörlere bağlıyorsunuz?

Uluslararası toplum ve siyasal çevrelerden gelen baskılara bağlıyorum. İçeriden gelen baskı da elbette önemli. Bütün dünyanın tehdit olarak algıladığı bir örgüte dini kardeşlik ve kişisel sempati paydası üzerinden yardım ve yataklık yapamazsınız. Bunun bedelini çok ağır ödetirler size. Türkiye yönetimi de bu gidişatı görmek zorunda kaldı. “Zorunda” diyorum zira IŞİD karşıtı uygulamaların çok da gönüllü yapılmadığı çok net ortada. Kobane olaylarını hatırlayın, Türkiye yardım koridorunu açmamak için ne kadar direnmişti. Sonra ne oldu? ABD “koridoru açacaksın” dedi, ve Türkiye’nin IŞİD politikası bir anda U dönüşü yapmak zorunda kaldı.

*** Türkiye’nin değişen tutumu, Batı ile bu konuda soğuyan ilişkileri düzeltebilir mi? Türkiye Batı nezdinde kaybettiği prestiji geri kazanabilir mi?

Kısa vadede hayır. Kaldı ki bunun için ortaya siyasal bir proje koyulması lazım ve o da yok. İktidar partisi şu an için sadece hazirandaki genel seçimlere odaklanmış görünüyor, dış politikada gelinen durumu ise tam da bu amaçla kullanıp, hem AB hem de diğer bazı Batılı müttefikleri sürekli azarlaması bu yüzden, kendi seçmenini hamasi söylemle konsolide etme arzusundan. Nihayetinde “milli irade”ye yönelik “Batı’ya kafa tutan güçlü tek adam” imgesi üzerine kurulmuş ve uzun zamandır da işe yarayan bir imaj çalışması söz konusu. En son CB Erdoğan’ın Küba’dan ABD Başkanı Obama’yı azarlaması, Batı’daki Türkiye ve Erdoğan algısını ya hiç anlamadıklarını, ya da hiç umursamadıklarını gösterdi. Financial Times, NY Times, The Independent ve Guardian gibi önemli int’l gazetelerde sürekli Erdoğan’ın otoriter yaklaşımının ve kişisel hırslarının Türkiye’nin itibarını nasıl yok ettiğine dair yazılar yayınlanmakta. Dış politikada bunların dikkate alındığına işaret eden bir gelişmeyi henüz görmüyoruz. 

                 *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***  
2014'ün Temmuz ayındaki söyleşimizde de Maya Arakon, Kürt oylarının cunhurbaşkanlığı seçiminde belirleyici rol oynayabileceğini ve "barış süreci" başladığından bu yana hükümetin somut adımlar atmadığını söylemişti. Ayrıca hem Türkiye içindeki hem de dışındaki Kürt hareketinin Recep Tayyip Erdoğan'a güvenmediğini belirtmişti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder