Hatırlarsınız, Şile’de Ocaklı Ada Kalesi restorasyonu gözlerimizin
önünde karikatürize bir manzaraydı. Türkiye’nin her yanında o kadar benzer ve
çok daha büyük çaplı restorasyon faciaları var. Bunları aktivist mimar, program
yapımcısı ve yazar Korhan Gümüş’le konuştuk. Gümüş, özellikle İstanbul’un, ve
Türkiye’nin tarihi, estetik, kültürel değerlerini sadece tanımak ve bilmekle
kalmıyor, onları korumak için çalışıp didiniyor. İnsan Yerleşimleri Derneği’nin
kurucusu ve başkanı. Taksim Platformu, Sivil Koordinasyon Merkezi gibi başka sivil
girişimlerin de kurucularından. XXI Mimarlık Dergisi yazarı ve Açık
Radyo’da Metropolitika adlı programın yapımcılarından. Halen Taraf gazetesinde
yazıyor. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama
Bölümü’nde ders veriyor.
Gümüş’le konuştuğum
sorunların özeti şu cümlesinde: “Elimizdeki değerleri yok ediyoruz. Topkapı
Sarayı’nda en değerli yer neresidir? Kutsal Emanetler bölümü… Gidin bir halini
görün, her şey taklide dönüştürülmüş durumda; eğer saygı duyulacaksa en
saygıdeğer yer bile mahvedilmiş durumda. Bilgi üretimi bağımsız değilse,
iktidara bağlıysa, en değer verdiğiniz şeyi bile yok edersiniz.”
Fotoğraf: Üsame Arı |
*** Türkiye’de
restorasyon ne şekilde yapılıyor? Şile’deki kale örneği küçük bir örnekti ama
konunun tekrar gündeme taşınmasına neden oldu. Sorun neden kaynaklanıyor?
Restorasyon
faciası olarak ilk aklıma gelen İstanbul surları olur. İstanbul dünyada en
büyük sur varlığına sahip olan şehir ancak surlar mahvoldu; üstelik bunun için
milyonlar harcandı. Topkapı Sarayı Haremağası koğuşlarına gitseniz orada
restorasyon değil yapılan şeylerin ihya etmek olduğunu görürsünüz. Daha eskiden
de Rüstem Paşa Camisi’nin İznik çinileri sökülmüş ve yerine yenileri koyulmuş;
eskiden böyle yapılıyormuş, adet buymuş. Şimdi bazı çinilerin tanesi 50 milyon
dolar. Şile’deki kale kalıntısı restorasyonu işinin ehli kişiler tarafından
yapılmış. Bunlar İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üst düzey kişi ve hem
Sulukule projesini hem de Taşkışla restorasyonunu yapan kişi. Surlardaki
inşaatta da aynı insanları, Topkapı Sarayı’nda da aynı insanları görüyorsunuz.
Sanki yaramaz bir çocuk gibi yapılan yapılıyor. Gezi’deki kışla binası da öyle
oldu. Tayyip Erdoğan’a demişler ki kışla projesi yapılmasın diye sizi ikna
etmeye çalışacaklar. Demek ki bu kişiler epey planlı çalışıyor, tesadüfi değil.
Yapanlar da sıradan müteahhitler değil, üniversitelerden anlı şanlı hocalar.
***
Restorasyon nedir; nasıl yapılmalıdır?
Restorasyon
denen şey en deneysel, mimarlığın en farklı yöntemlere açık konusudur. Bu
alandaki seçkinler bilim adı altında konulara şiddetle yaklaşıyor ve en iyiyi
kendileri bilirmiş gibi davranıyorlar. Sütlüce’deki mezbaha önce konser salonu olacak
diye -- sonra kongre merkezi oldu -- güzelim yapı yıkıldı ve eski yapı
harcandı, üstelik ortaya çıkan yeni binada yanlış yapılmış salonlar için
milyonlar harcandı. Bir de tünel otoyol yaptılar orada. Fikrinizi söyleyince
onu ulaşım profesörleri yaptı diyorlar. Tarihi yarımadada, Venedik’ten daha
değerli bir şehirde, meydanların ortasına dalış projeleri yapıldı. Uzmanların
dar bakışları ile iktidar gücü birleşti ve kritik düşünce olmadığı için, arada
bir entelektüel ara yüz, bağımsız değerlendirme bulunmadığı için bunlar
yapıldı. Tayyip Erdoğan da kendisini eleştiren bilim camiasına çok
eleştirmesinler diye proje işleri veriyor. Zaten onlar da niye biz iş almadık
diye eleştiriyor.
Yenileme sonrası çizgi film karakteri Sünger Bob'a benzetilen Şile kalesi |
*** Vatandaşı etkileyecek projeler Türkiye’de hiç halka sorulmuyor. Hiç vatandaşa sorulmuş proje
var mı?
Üçüncü köprü
için üniversite hocaları tarafından gönüllü olarak bir anket yapıldı ve halka
köprü yapılsın mı yoksa yapılmasın mı diye sordular. Halk bu direk soru
karşısında yüzde 60 oranında yapılsın dedi. Aynı kişilere, parti aidiyeti filan
önemli olmadan, tekrar soruldu ama önce köprünün geçeceği güzergâhlar,
yaratacağı imar alanı, kesilecek ormanlar anlatılınca yapılsın diyenler yüzde
40’a düştü. Kamuoyu öyle havadan oluşmuyor, bilgilendirme düzeyine göre
yapılanabiliyor.
*** Tayyip
Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde “Üçüncü köprü
cinayettir” diyordu, şimdi köprüyü yapıyor.
Hatta o
dönemde bizim gibi köprüye karşı çıkanlara belediyede toplantılar yapsınlar
diye oda veriyordu. Esasen projeleri şirketler, geniş bir konsorsiyum planlıyor
ve seçilmişleri içlerine alarak ikna ediyorlar, yani siyasetçi en son devreye
giriyor. 2003 seçimlerinde Kadir Topbaş eline tutuşturulmuş olan üçüncü köprü
projesini fırlatıp atmıştı. Birileri bu tip projeleri hazırlıyor, kredi
verenleri buluyorlar. Tayyip Erdoğan belediye başkanıyken bu projeler merkezi
yönetimin projesi olarak gündeme geliyordu ve belediye başkanının hükümranlık
alanına müdahale olarak algılanıyordu. O yüzden Tayyip Erdoğan bugün İstanbul’daki
belediye başkanını kendi gölgesi gibi kullanıyor; İstanbul’da başka bir
partiden belediye başkanı olsa bu projeler yapılamaz.
*** Restorasyon
projelerine de müteahhitlik projesi olarak mı bakılıyor?
Önce
müteahhitler işe alınıyor sonra üniversite profesörleri danışman oluyor. Bu
modelde inşaat yoluyla zenginleşme var. İnşaattan emekçiler para kazanamıyor
ama rantçılar kazanıyor. Oysa bu modeli benimseyip İstanbul surlarında inşaat
yapacağınıza çatlaklarda analiz yapsanız depremsellikle ilgili neler
bulursunuz. Hatta işe mühendislik girer, çevredeki üretim sektörü, sağlık,
tarım vs. derken insanlar tarihle ilgilenir ve surlar üzerinde istihdam olanağı
çıkar. Ama yok, inşaatçılar giriyor ve orayı tüketip çıkıyorlar. Restorasyon
inşaatla özdeşleştiriliyor. Bir de eskiyi yıkmak, kendi imzasını atmak,
popülist politikalar izlemek gibi meseleler var. Mesela Karaköy Camii, Adnan
Menderes zamanında yıkılmış. Belki de camiye benzetemediler, modern bir yapıydı
ve İtalyan mimar Raimondo Tommaso D’Aronco – İstanbul’da şimdiki Cumhurbaşkanlığı
köşkü de dahil çok güzel yapılara imza atmış olan -- yapımıydı, tam da dikkat
çekici bir yerde. Bugünkü yönetim, adı cami diye onu yeniden ihya etmeye
çalışıyor. Elimizdeki değerleri yok ediyoruz. Topkapı Sarayı’nda en değerli yer
neresidir? Kutsal Emanetler bölümü… Gidin bir halini görün, her şey taklide dönüştürülmüş
durumda; eğer saygı duyulacaksa en saygıdeğer yer bile mahvedilmiş durumda. Bilgi
üretimi bağımsız değilse, iktidara bağlıysa en değer verdiğiniz şeyi bile yok
edersiniz. Nevşehirli İbrahim Paşa Külliyesi mahvedilmiştir. Her restorasyon
bir yıkım ama farkında bile değiller. Sütlüce Mezbahası yıkılırken içim cız
etti, yandı çünkü o yapının içinde dünyanın ilk biyolojik artırma tesisi vardı
ve tekti. Bunu tanıtsanız, müze yapsanız ne kadar ilgi çekici olabilirdi.
*** Bir
fotoğraf görmüştüm; Apollon Tapınağı’nda restorasyon yapılırken ya da bazı
parçalar yerine koyulurken malzeme tırları tapınağın üzerinde gelip gidiyor.
Böyle bir şey nasıl olabilir? Burada rant yok herhalde ama cahillik mi var?
İshak Paşa
Sarayı’nı da mahvettiler. Burada rant yok. AKP hükümetinin Kültür Bakanlığı
müsteşarı bana dedi ki siz bizim yaptığımız işleri çok eleştiriyorsunuz; biz
demokratik bir ülkeyiz, gezin, dolaşın ve ne eksik, yanlış varsa bize söyleyin
düzletiriz dedi. Ben bir gönüllü kişi olarak 3000 yerde dolaşacağım, hataları
göreceğim, müteahhitlerden dayak yiyeceğim – Tekfur Sarayı’nda öyle oldu,
müteahhit kaç kere dövecekti – sonra basına gideceğim, kamuoyu ikna olacak,
sonra bakanlığa gideceğim de ikna olacaklar ve yeniden yapacaklar! Bağımsız
düşünceyi devreye sokmadan sadece bir inşaat işi yönetir gibi yönettiğiniz sürece
demokrasi anlayışı komik ve saçma olur. Ben de bu şekilde hak ettiği cevabı
verdim. Onlara göre bizim gibi gönüllüler itiraz edecekmiş, ve onlar da
düzeltmek için yeniden yapacakmış. Düşünsenize restorasyonun yeniden
yapılabilir olduğunu varsayıyor. O zaman IŞİD de diyebilir ki ben yeniden
yapmak için yıkıyorum.
*** Türkiye’de
restorasyon faciaları olarak sunulan haberleri okurken bir yandan da IŞİD
yıkımları oluyordu. IŞİD’ın yaptığını Türkiye'de yapılanlarla karşılaştırınca ne görüyorsunuz?
IŞİD
ideolojik amaçla yıkıyor, yok ediyor; IŞİD için bir entellektüel ara yüz yok. Tayyip
Erdoğan kaç kere AKM’yi yıkalım, yerine ne istiyorsanız yapacağız diye söz
verdi. Konuştuk ve tartıştık, dedik ki bu yapıda sahne altyapısı çok mükemmel,
Avrupa’daki benzerleri gibi yapılmış, o yüzden yeniden kullanıma açılması için
tamir edilsin, o da ikna oldu ve para ayırdı. Ancak karşıtlık rejimi olarak
ortaya çıkınca bizim gibi bağımsız düşünen insanlar devre dışı bırakıldı. Bu
çalışma yönteminde iş inşaat işi ve karar yöneticinin iki dudağı arasında. IŞİD
ile benzerlik taşıyan kısım, arada entelektüel bir ara yüzün, kritik düşüncenin
oluşmamasıdır. IŞİD kafasına göre heykeller Pagan işidir, vs. o yüzden yıkmak
gerekir. Burada is AKM bizim halkımızın değerlerini benimsemeyen insanların,
elitin, opera diye getirdiği bir şeydir, o yüzden yıkılmalıdır. IŞİD olsa o da
AKM’yi yıkardı; burada benzerlik müthiş. Ama bu bağımlı düşünce Osmanlı
eserlerine de zarar veriyor; paradoks orada zaten. Bu kafa Topkapı Sarayı’nı
restore ederken de IŞİD gibi davranıyor. Bizans eserlerini de yok ediyor
Osmanlı eserlerini de çünkü Bizans eserlerini yok ederken Osmanlı eserlerini de
yok ediyor müteahhitlik çalışmalarıyla.
Modern
toplum inşaattan önce kurgulama üretir, düşünce, fikir geliştirir. Türkiye’de
bu yok; IŞİD’de de yok. İnşaat mimarlığın mezarıdır. Önce neyi nasıl
yapacağınız tartışmanız ve bu problemi çözmeniz gerekir. Mimarlık, mekânı inşa
etme faaliyeti değildir; mekânı anlama, keşfetme ve ona göre çözümler getirme
faaliyetidir. İslami çevrede, modern bir toplumda yaşamalarına rağmen sanki
geleneksel bir çevrede yaşıyorlarmış gibi davranmak var ve bu da tanrıların
yeryüzüne inmesine yol açıyor; kendisini tanrılaştırıyor ve her şey yöneticinin
iki dudağı arasında oluyor.
Söyleşimizin İngilizcesi burada.