Araştırmalar Türkiye’de kadınların eşi ya da
birlikte olduğu erkekten maruz kaldıkları fiziksel ve/veya cinsel şiddet oranını
yüzde 38, yani her 10 kadından 4’ü olarak gösteriyor. Ancak zamanla değişen bir
şey var, o da şiddetin seviyesinin arttığı, kadınların gördükleri şiddetten
ötürü ciddi tedavi görmeleri gerektiği – tabii hayatta kalırlarsa. Kadın
cinayeti verileri ürkütücü; kadınlar kendi hayatı ile ilgili kararları kendileri
almak istediği için öldürülüyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu her gün
öldürülen kadınların çetelesini tutuyor ve değerlendirmeler yapıyor:
“2015’in ilk ayında kadınlar yüzdelik 70 oranında
kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü. 20 kadın kardeşimizin
öldürüldüğü ocak ayında, kadınların yüzde 55’i kocası, eski kocası, erkek
arkadaşı, nişanlısı gibi birlikte olduğu kişiler tarafından öldürülürken,
ayrılmak istediği için öldürülen kadınların oranı yüzde 15.”
Kadına karşı şiddeti ve cinayetleri önlemek için
gereken pek çok yasal düzenleme yapıldı ancak uygulama çok yetersiz. Bunun için
de devlet iradesi gerekli çünkü yasaların uygulanması için bütün kurumların
işbirliği içinde kadını korumak için çalışması gerekiyor.
Bu haftaki söyleşi konuğum, Dr. İlknur Yüksel-Kaptanoğlu,
tam da bunu söylüyor. Kendisi söylediklerini destekleyen kapsamlı araştırmalara
da imza atan isimlerden biri. 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi, Nüfus
Etütleri Enstitüsü’nde "Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet
Araştırması" proje koordinatörü; ayrıca 2008’de benzeri yapılan
araştırmanın da saha koordinatörüydü.
Kadın hakları örgütlerinin temsilcileri yeni araştırmanın bir türlü basına açıklanmamasını eleştirdiler, artan şiddet rakamları saklanıyor dediler. Bunların hepsini ve daha fazlasını Dr. İlknur Yüksel-Kaptanoğlu'na sordum.
*** Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün
2008 yılındaki şiddet araştırmasından sonra 2014 yılına kadar yeni bir
araştırma yapılmamasının sebepleri nelerdir?
Sosyal konularda değişim çok kısa zaman
aralıklarında gerçekleşmez. Bu nedenle, toplumsal değişimleri görebilmek için
daha uzun zaman aralıklarına ihtiyaç vardır. Kadına yönelik şiddet konusunda
yürüttüğümüz her iki araştırmanın da amacının temelde, kadına yönelik şiddet
yaygınlığını ortaya koymak olduğu düşünülürse altı yıl gibi zaman aralığında
şiddet yaygınlı açısından önemli bir değişim olmaması da bu durumu doğrular niteliktedir.
İki araştırma arasındaki yaklaşık altı yıllık aranın bile çok uzun olmadığını
belirtmek isterim. Biz araştırma sonuçlarından yola çıkarak, bu araştırmaların
on yıl sonra tekrarlanmasını ama arada farklı amaçları olan, daha çok anlamayı
hedefleyen nitel araştırmaların yapılmasını önerdik.
*** Bakanlığın -- ya da üniversitenin -- kadına
yönelik şiddet konusunda tuttuğu bir çetele var mıydı? En basitinden günde,
ayda, 6 ayda, yılda kaç kadın hangi sebeplerle öldürüldü gibi…
Bakanlığın böyle bir çalışması olup olmadığını
bilmiyorum. Ama bizim Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü olarak
böyle bir çalışmamız yok. Öldürülen kadınlarla ilgili kayıtların zaten Adalet
Bakanlığı istatistikleri tarafından tutulması gerekiyor.
Raporun tanıtımına basın çağırılmadı
*** Mart ayı başlarında Aile Bakanlığı basın ofisini
aradım ve araştırmanızın bir kopyasını talep ettim ancak çalışmanın henüz
tamamlanmadığını ve ellerinde olmadığını söylediler. Çalışmanızı bakanlığa gönderdiniz
mi? Bakanlık çalışmayı kamuoyuna açıklayacak mı, ya da üniversite?
Bakanlığa Eylül ayında sunduk ama şekilsel bazı düzeltme
talepleri oldu. Çalışma Pazartesi baskıya giriyor. Bakanlık 30 Aralık’ta Ankara’da
toplantı yaptı ve basını çağırmadı. Biz özet raporu sunduk. Çalışmanın basımı
yapıldıktan sonra sivil toplum kuruluşları, kadın örgütleri, milletvekilleri,
bakanlık il müdürlükleri ve kütüphaneler gibi bir dağıtım listemiz var, onlara
göndereceğiz. Basından da talep olursa çalışmayı verebiliyoruz.
*** Kaç kadının erkekler tarafından öldürüldüğüne dair
Aile Bakanlığı ya da siz düzenli olarak kayıt tutuyor musunuz?
Bakanlıkta böyle bir kayıt tutuluyor mu bilmiyorum
ancak bizim üniversitede böyle bir çalışmamız yok; biz sosyal araştırmalar
yapıyoruz. Bu tür kayıtları tutmak Adalet Bakanlığı’nın işi.
*** Kadın hakları örgütleri devlet kurumlarının bu
tür kayıtları sağlamadığından şikayetçi. Siz bu rakamlara ulaşmakta zorluk
çekiyor musunuz?
Bakanlığın rakamları sayıyı daha az gösteriyor;
zaten Türkiye’de kayıt sistemi sorunlu. Rakamları kadın örgütlerinin kayıtlarından
takip ediyorum.
10 kadından sadece biri kurumsal destek arıyor
*** 2014 araştırmasında kurumları acil harekete
geçirmesi gereken sonuçlar var mı?
Araştırmanın önemli sonuçlarından biri, şiddete
maruz kalmış olan 10 kadından sadece 1’inin şiddetle mücadele için kurumsal destek
araması; bu demektir ki bu alanda çalışan tüm kurumların hizmetlerini yeniden
değerlendirmeye ihtiyaçları var. Şiddete maruz kalındığında başvurulacak kurumlar
olan polis, hastane, savcılık, belediye, ŞÖNİM ya da sivil toplum kuruluşlarına
başvuruların artmasını sağlamak amacıyla, kurumların şiddetle mücadele
konusundaki çalışmalarının tanıtımı ve burada hizmet veren personelin
niteliklerinin iyileştirilmesine yönelik tüm kurumların harekete geçmesi
gerekiyor. Ayrıca, kurumlar arasında iş birliğinin sağlanması da çok önemli bir
konu.
*** Bu sonuç kadınların “6284 Sayılı Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair” 2012’de yürürlüğe giren
kanundan faydalanamadığı anlamına mı geliyor?
Şiddete maruz kalan kadınlar arasında kurumlara
başvuranların sayısı çok az olduğu için, bu kadınlar arasında 6284 sayılı
kanundan yararlananların da sayısı oldukça düşük. Kadınların büyük oranda 6284
sayılı Kanun’dan haberdar olduğunu biliyoruz, ancak başvurunun az olması kanundan
yararlanmanın haberdar olmaktan çok az olmasını getiriyor.
AB üyesi ülkelerde şiddet yüzde 22
*** Türkiye’de elde edilen sonuçları uluslararası
araştırmalarla karşılaştırma olanağınız var mı? Böyle bir çalışma yoksa
birikiminiz neyi gösteriyor; Türkiye dünya ülkeleri arasında kadına şiddet
konusunda hangi ülkelerle yan yana yer alıyor?
Farklı ülkelerde yapılan araştırmalar arasında
karşılaştırma yapabilmek için, ülkeler
arasındaki kültürel farklılıklarını dikkate alan, kadının toplumdaki yerine
ilişkin bilgiyi de içeren tarzda çalışmalar yapılması tabi ki en doğru olan.
Örneklem açısından farklılıklar olmasına rağmen, kabaca bir karşılaştırma
yapacak olursak Dünya Sağlık Örgütü’nün10 ülkenin 15 bölgesinde yürüttüğü
araştırmalar ile karşılaştırabiliriz. Türkiye’de 2008 ve 2014 yıllarında
yürüttüğümüz iki araştırmada da DSÖ’nün soru kağıdını Türkiye için adapte
ederek kullandık. DSÖ’nün araştırmaları 2005 yıllarında yapılmış olan, ancak
ülke temsili yerine belirli kentler ile belirli illere ilişkin şiddet
yaygınlığını ortaya koyan çalışmalar. Bu araştırmalarda fiziksel ve/veya cinsel
şiddet yaygınlığı yüzde 15 (Japonya kent) ile yüzde 71 (Etopya il düzeyinde)
arasında değişiyor. Türkiye genelindeki fiziksel ve/veya cinsel şiddet yüzdesi
Peru (kent düzeyinde yüzde 69)ve Bangladeş (kent düzeyinde yüzde 62)
tahminlerinden düşük iken, Japonya (kent düzeyinde yüzde 15), Sırbistan
Karadağ’dan (kent düzeyinde yüzde 24) daha yüksek.
Son dönemde yapılan bir başka çalışma, yöntem
açısından farklılaşmakla birlikte, 2013 yılında Avrupa Birliği’ne bağlı 28
ülkede gerçekleştirilen şiddet araştırması. AB üyesi ülkelerin fiziksel ve/veya
cinsel şiddet yaygınlığı ortalama yüzde 22; ülkeler arasındaki şiddet
yaygınlığı da yüzde 13 ile 32 arasında değişiyor. Türkiye’nin fiziksel ve/veya
cinsel şiddet yaygınlığı bu rakamların üzerinde – yüzde 38.
Şiddet gören kadınların yarısı ciddi tedavi
gerektirecek kadar yaralanmış
*** 2008 yılında gerçekleştirilen Türkiye’de Kadına
Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nın sonuçlarına göre incelendiğinde her on
kadından dördünün fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı ortaya
çıkmıştı. Bu rakam yeni araştırmada nedir?
2014 araştırmasında da sonuç benzer düzeyde, eşi ya
da birlikte olduğu erkekten kadınların maruz kaldıkları fiziksel ve/veya cinsel
şiddet yüzde 38 yani her 10 kadından 4’ü.
*** 2008 araştırması ile 2014 araştırması arasında
yakaladığınız bariz farklar neler? Bunları nasıl yorumluyorsunuz?
Ülke genelindeki fiziksel ve/veya cinsel şiddet
yaygınlığı aynı olmakla birlikte, her iki araştırma sonucu da evlenmiş her 10
kadından 4’ünün fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmış olduğunu
gösteriyor. Ancak, son araştırmada maruz kaldıkları şiddet sonucunda yaralanan
kadınların yaklaşık yarısının (yüzde 47) tedavi gerektirecek kadar yaralanması,
şiddet mağdurlarının daha ağır şiddet biçimleriyle karşılaştıklarını ortaya
koyuyor.
Diğer bir farklılık ise, kadınların yaşamlarının
herhangi bir döneminde maruz kaldıkları şiddet yaygınlığının bölgeler arasında
değişmesi. 2008 araştırmasında şiddet yaygınlığının daha yüksek olduğu
bölgelerde bir azalma söz konusu. Özellikle Doğu ve Karadeniz bölgelerindeki
şiddet düzeylerinin azaldığı, Batı Anadolu bölgesinin ise ilk araştırmadaki
düzeyi koruyarak, en yüksek fiziksel ve/veya cinsel şiddet düzeyine sahip
olduğunu gördük. Araştırma sonuçları bu farklılaşmanın nedenlerini ortaya
koymuyor, sadece var olan durumun bir fotoğrafını çekiyor. Bu nedenlerin
anlaşılması için nedenleri anlamaya yönelik nitel araştırmaların yapılması ve
derinlemesine incelenmesi gerekiyor. Şiddetin azaldığı görülen bölgelerdeki
kadınların durumlarının incelenmesi, göçün dikkate alınması ya da şiddet
yaygınlığının azaldığı bölgelerde kadın örgütleriyle görüşülmesi ve bu
bölgelerde kadınlara yönelik çalışmaların değerlendirmesinin gerekli olduğunu söyleyebilirim.
Şiddete en çok maruz kalan grup erken evlenen
kadınlar
*** Araştırma şiddete en çok maruz kalan kadınlardan
bir grubun erken evlenen kadınlar, diğerinin de boşanmış ya da ayrı yaşayan
kadınlar olduğunu tespit ediyor, şiddeti de en çok eski eş uyguluyor. İlk
olarak, Türkiye’de neden hala erken evlilikle mücadele edilemiyor? İkincisi, boşanmak
isteyen kadının neden hala eski eş tarafından tacize ve şiddete uğradığına dair
görüşleriniz neler?
Erken evlilik konusunda, yasal evlenme yaşının 17
olmasına ve resmi nikah kıyılmadan önce dini nikahın kıyılmasının yasal
olmamasına rağmen, erken evlilikler halen dini nikahın önce yapılması nedeniyle
devam ediyor. Bu açıdan yasal düzenlemelerden çok, toplum tarafından erken
evliliklerin meşru görünmesi önemli. Erken evliliklerde büyük oranda aileler
karar verici oluyor. 18 yaşından önce kız çocuklarını evlendiren aileler hem
ekonomik sorunlar nedeniyle, hem kız çocuklarını zaten başka bir aileye
gideceği düşüncesiyle yetiştirdikleri için, hem de kızlarının “namusuna”
herhangi bir şey zarar gelmeden evlendirmek istedikleri için bu evlilikleri
tercih ediyor. Önemli olan ailelerin bu konudaki görüşünü değiştirmek, bu
evliliklerde dini nikahı kıyan imamların nikah kıymasını engellemek, ailenin
yakın çevresinin ve evliliğin gerçekleştiği yerleşim yerindeki tüm kamu
görevlilerinin bu konuda duyarlılığını artırmak ve toplum genelinde bu
evliliklere göz yummamak bence. Asıl mücadele edilmesi gereken, erken
evliliklerin kız çocuklarının hayatına getirdiği dezavantajların, daha fazla
şiddete maruz kalma riskine sahip olduklarının ve ne tür sonuçlar doğurduğunun anlatılması
diye düşünüyorum.
Boşanmış ya da ayrı yaşayan kadınların, daha çok
eski eşleri, nişanlıları ya da sevgilileri tarafından tehdit edildiğini ve
ısrarlı takibe maruz kaldıklarını görüyoruz. Araştırma sonuçları arasında,
boşanmanın nedeni olmadığı için bu kadınların şiddete maruz kaldıkları için mi
ayrıldıklarına cevap veremeyiz. Ancak, bu konuda benim görüşüm, evliliğin sona
ermesi ya da sona erme ihtimaliyle birlikte, erkeklerin otoritelerini kaybetme
korkusuyla karşı kaşıya kalmış olmaları, hatta bu şiddetin büyük oranda ölümle
sonuçlandığına da medyadan tanık oluyoruz. Kadınların daha çok haklarının
bilincinde olması ve eskiye oranla kendi hayatlarına sahip çıkma isteklerinin
erkeklerde çok büyük bir tedirginlik yarattığını düşünüyorum.
Bazı erkekler kadın itaat etmeyince şiddet uyguluyor
*** Hükümetin “annelik” olgusunu son derece yüceltici
söylemler kullanmasına rağmen hem 2008 hem de 2014 araştırmasından çıkan
sonuçlara göre gebe kadınlar da şiddete maruz kalıyor ve bu oranda pek bir
değişiklik yok. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Gebelik döneminde şiddetin her iki araştırmada da
benzer düzeyde olması ve devam etmesi, fiziksel şiddet uygulayan erkekler
açısından gebeliğin önemli olmadığına dikkat çekiyor bence. Son dönemde daha
çok gündeme getirilen annelik söyleminin ise, kadınları şiddetten korumaya
yetmediğini gösteriyor. Annelik söyleminin yanı sıra ailenin güçlendirilmesinin
daha fazla dile getirilmesi, kadınları ayrı bireyler olarak ele almadığı için
kadına yönelik şiddetin özellikle aile içinde üzerinin örtülmesine neden oluyor
diye düşünüyorum. Ataerkil ideolojiyi içselleştirmiş toplumumuzda, şiddet
uygulayan erkekler açısından, şiddet uygulanması çok önemli bir sorun gibi
görünmüyor, erkeklerin büyük oranda kendilerine itaat edilmemesi durumunda
karşısındaki kadının durumuna bakmadan şiddet uygulayabiliyor.
Kız çocukların erkeklerle aynı haklara sahip olduğu
işlenmeli
*** Kadına karşı şiddeti önlemek için hükümetin
atması gereken acil ilk 3 adım ne olmalıdır?
Kadına yönelik şiddeti önlemek için öncelikle kız ve
erkek çocuklarının yetiştirilme biçimlerinden işe başlamak gerekiyor. Kız
çocuklarının da erkek çocuklar ile aynı haklara sahip olduğunu dile getiren,
kız çocuklarının eğitim haklarının önemine vurgu yapan bir eğitim sisteminin
inşa edilmesi öncelikli konuların başında. Bunun sağlanması için özellikle
toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yapılması, toplumsal cinsiyet eşitliği
derslerinin anaokullarından itibaren tüm eğitim kademelerinde müfredata dahil
edilmesi gerekli. Tabi ki bu dersleri anlatacak nitelikli öğretmenlere de
ihtiyaç var. O nedenle, birçok meslek grubu için de bu eğitim programlarının
formal eğitim dışında da gündeme alınması gerekli.
Kadına yönelik şiddet maruz kalma riskinin daha
fazla olduğu kadın gruplarından biri olan 18 yaşından önce evlenen kadınları
şiddetten uzak tutmak adına erken evlilikler ile mücadele edilmesi gerekiyor.
Şiddete maruz kalan kadınlara ise, kurumsal başvuru
mekanizmalarını kullanmalarını teşvik edecek düzeyde destek olmak, kurumların
tanıtımını yapmak, kurumsal hizmetleri iyileştirmek, kadınların güçlenmelerine
katkıda bulunmak önemli. 6284 sayılı Kanun, kadınlara önemli oranda koruyucu
tedbir kararları içeriyor, ancak Kanun’un uygulamadan kaynaklı sorunlarının
ortadan kaldırılmasına yönelik acil çalışmalar yapılması gerekli. Öncelikli
olarak sorunların tespit edilmesi ve alınan tedbir kararlarının hayata geçirilmesini
sağlamak önemli. Bu alanda çalışan tüm kurumların işbirliği içinde çalışmaları
da ayrıca hayati önem taşıyor diyebilirim.
Kadın-erkek eşitliği üst düzeyde vurgulanmalı
*** Devletin şiddeti önlemede atacağı en önemli
adımları arasında toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yapılması diyorsunuz.
Ancak devletin en üst kademelerinde istikrarlı olarak tam tersi söylem mevcut
-- sağlık bakanı anneliğin en önemli kariyer olduğu, başbakan kadın erkek
eşitliğine inanmadığını tekrar ederken aile bakanı İstanbul Sözleşmesi'nden
çıkış yollarını arıyor. Bu durumda kadına şiddetin artmasından mı endişe
duyuyor musunuz?
Kadın-erkek eşitliğinin toplumda üst düzeyde
vurgulanması gerek. Bu çok önemli çünkü olmadığı zaman şiddet artabiliyor,
zaten Türkiye toplumunda erkek kadına şiddet uygulayabilir diye yarı normal
karşılanıyor, bir de üst düzeyden kadın-erkek eşitsizliği vurgulanmaya devam
ederse durum daha da kötüleşebilir. Kadın erkek eşitliğinin sağlanması için
gerekli olan yasal alt yapıya sahibiz.
Ayrıca, CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi) ve İstanbul Sözleşmesi gibi bu alandaki önemli uluslararası
sözleşmelere imza atmış bulunuyoruz. Bunlar oldukça önemli kazanımlar ve kadına
yönelik şiddetle mücadelenin olmazsa olmazları. Şiddetle mücadele için siyasi
bir irade gerekli. Aksi takdirde kadına yönelik şiddet sorunu ülkenin önemli
sorunları arasında ilk sıralarda yer almaya devam edecek görüşündeyim.