Bu sefer mülakatım Diyarbakır’dan… Ya da Amed’den. 9000
yıllık geçmişi olan yaklaşık 1,7 milyonluk bir kentten bahsediyorum. Bizans ve
Roma kaynaklarında kentin adı "Amid, O'mid, Emit, Amide" olarak
anılıyor. Düşünsenize, kentin 65 kilometre kuzeybatısında Ergani ilçesi
yakınlarındaki Çayönü Tepesi kazılarında, dünyanın en eski köyü bulunmuş…
Maalesef kent derin acılarla ilgili tarihi gerçekliği olan binalara da ev
sahibi; örneğin, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrası yaşanan işkencelerle ünlü
olan Diyarbakır Cezaevi ya da Diyarbakır Askeri Cezaevi…
Kent ve çevresindeki kadim güzellikleri layıkıyla görüp
anlamak için Diyarbakır’a tekrar tekrar gidilmeli. Diyarbakır’a (ondan önce de Şanlıurfa
ve Mardin’e), Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu’nun 7 Haziran 2015 genel seçimlerine
yönelik olarak nabız tutma turu için geçen hafta gittim, seçilme şansı olan milletvekili
adaylarıyla görüşme fırsatı buldum.
Haftalık mülakatımı da Diyarbakır’da, daha önce 2010 yılının
Nisan ayında İstanbul’da konuştuğum, şimdi Diyarbakır Barosu Başkanı olan Avukat
Tahir Elçi ile yaptım. Türkiye’de gittikçe artan hukuksuzlukları ve bunlarla
nasıl mücadele edilebileceğini konuştuk. Elbette konu dönüp dolaşıp 7 Haziran seçimlerine
geldi. Elçi, halkın seçim sonrası belirsizlik ve bilinmezliklerden ötürü
(özellikle de HDP’nin meclise girip giremeyeceğiyle ilgili olarak) tedirginlik
içinde bulunduğunu, bunun da baş müsebbibinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan ile AK Parti hükümetinin olduğunu belirtti.
Tahir Elçi ile görüşmemiz öncesinde HDP’nin Adana ve Mersin
binalarında patlamalar olmuştu. Dolayısıyla seçim güvenliği konusu yine
gündemdeydi. Bu konuda Elçi şöyle dedi:
“Adli ve idari makamlara çağrıda bulunduk. Seçim güvenliğini
sağlama sorumluluğu hükümete düşer. Saldırılar hiç kimse yarar sağlamaz çünkü
zaten dezavantajlı olan bir partiye bu kadar saldırı yapılırsa seçim günü de
adil olmaz ve kazanımlar tartışmalı olur. Bu yüzden bütün partiler net bir
şekilde tutum almalı.”
Elçi ayrıca Türkiye’nin batısında ve Karadeniz’de, MHP
kökenli seçmenlerin HDP’ye saldırılarının biraz da beklenen bir durum olduğunu
çünkü siyasetin sağında milliyetçi ve saldırgan bir tabana sahip olan MHP ile Kürt
siyasetine dayanan ve 30 yıllık bir savaşın sonunda demokrasiye adapte olmaya
çalışan bir partinin seçmenlerinin karşı karşıya gelmesi çok aykırı bir durum değil
dedi.
“Ancak son zamanlarda İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde bir
camiden -- cami olması önemli değil
burada, bir evden, dükkândan ya da cemevinden çıkmış da olabilir -- çıkanların
ateşli silah kullanarak insanları yaralaması ve ardından gelen Adana ve Mersin
patlamaları olağan değil. Adana ve Mersin baro başkanları ile birlikte patlayıcıları
yerinde gördük. Sıradan bir eylem değil; binlerce kişinin zarar görmesinin
planlandığı çok açık. Hedeflendiği gibi patlamış olsaydı, binlerce ceset
çıkacaktı. Toplumsal kırılganlığı Adana ve Mersin gibi yüksek yerlerde böyle
bir olay, Türkiye’yi çok farklı bir yere götürürdü.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu, DHKP-C’yi işaret etse de olayın henüz failleri ortaya çıkarılmadı. Elçi, hızla sorumlulların açığa çıkarılması
gerektiğini söyledi:
“Olay açığa kavuşmalı ki, toplum rahat bir nefes alsın. Henüz
hızlı ve olması gerektiği gibi soruşturma yok. Toplumu manipüle etmek isteyen
derin, karanlık güçler olabilir arkasında. Bizim talebimiz aydınlatılması.
Halkın iradesi tam ve özgürce sandığa yansımalı.”
Elçi’ye sorduğum bir soru da toplumdaki endişenin
nedenleriydi. Bölgede bu çok açık, HDP meclise giremezse ne olacak kaygısı var.
Sokakta konuştuğum hemen herkes HDP’ye oy veren genç nüfusu “tutamayız” diyor.
Elçi’nin bu konudaki görüşleri şöyle:
“Cumhurbaşkanının açılış törenleri adı altında seçim
mitingleri yapması, toplumu rahatsız ediyor. Kendisi de bunun alışılmış bir
durum olmadığını söyledi. Cumhurbaşkanının bu davranışının anayasaya aykırı
olduğu da apaçık ortada. Bir de Cumhurbaşkanı sert üslubu ile toplumda
tansiyonu yükseltip kutuplaşmayı derinleştiriyor. Son bir ay içinde
çıkışlarından biri, biz Kürt sorunu hakkında her şeyi yaptık, daha ne
istiyorsunuz demesi. Kürt toplumunu ayrımcı ve aşağılayıcı bir üslup bu. Ne
demek ne istiyorsunuz? İnsanlar kültürel kimliğini, dilini istiyor, bunların
kamusal bir hizmet olarak uygulamaya geçirilmesini istiyor. Sonra da çözüm
sürecini İzleme Kurulu yararsız bir şeydir, İmralı’yı daha çok meşrulaştırır diyerek
aslında hükümetin yürüttüğü politikayı sekteye uğratan, darbeleyen bir tutum takınıyor.
Cumhurbaşkanının bu açıklamaları seçim sürecinde toplumu geriyor ve rahatsız
ediyor, ayrıca çözüm süreci denen çalışmayı da zayıflatıyor.
“Herkesin düşündüğü şu: Seçimler umuttur, değişim
işaretidir, seçimden sonra yenilenen meclis daha iyi gelişmelere gebedir. Ancak
partisi ne olursa olsun herkesin kaygısı da şu: Seçimden sonra başkanlık sistemi
denen ve tam olarak ne olduğu anlaşılmayan bir sürece girilecek, herkes bundan
rahatsızlık duyuyor. Ayrıca çözüm sürecinde sağlanan çatışmasızlık ortamı
sürecek mi diye bir tedirginlik var. Demokratik yenilenme için umut yerine endişeli
bir ruh hali hakim.
“HDP ilk defa parti olarak seçime giriyor ve barajı aşmak
önemli hedefi. Kürt sorununun çözümü için HDP’nin barajı aşmasının paralel olarak
görüldüğü bir atmosferde, HDP az bir puanla barajın altında kalırsa, bu hoş
karşılanmaz. Bölgede 50-60 sandalyenin, HDP ile bölgede rakip olan Ak Parti’ye gitmesi
durumunda kitleler duygusal kırılma yaşayabilir, infial olabilir. Bu yabana
atılacak bir ihtimal değil. Bir hukukçu olarak dileğim haksız ve adaletsiz
yüzde 10 baraj kuralına rağmen halkın sonucu sakin karşılaması ve demokratik
olmayan tepki içine girmemesi. Selahattin Demirtaş’ın ve zaman zaman hükümet
yetkililerinin de da ifade ettiği gibi çözüm sürecinin selameti ve geleceği
seçimlerden daha önemlidir. Bu bağlamda büyük bir felaket beklemiyorum Kürt
toplumunun tepkileri açısından. Tabi süreç nereye gidecek diye kaygılarımız
var.
“AK Parti tabanının da tatmin olduğunu sanmıyorum özellikle
başkanlık sistemi konusunda. Eğer demokratik ve objektif bir siyasi partiler
yasası olmaz, milletvekili seçimlerini parti lideri ya da başkan belirler, iç
demokratik denetimden yoksun partilerden oluşan bir parlamento olur, bağımsız
yargı olmaz, basın özgürlüğü olmaz, sivil toplum örgütleri baskı altında
olur, yerel yönetimler etkili bir denge unsuru olmaktan yoksun olur, dolayısıyla
başkanın gücüne karşı bir dengenin olmadığı bir sistem gelirse, bu ülkeyi demokrasiye
değil, bir kaosa ve ancak üçüncü dünya ülkelerinde örnekleri görülen otoriter
hatta totaliter bir yönetime doğru götürür; bu da herkesi kaygılandırıyor.
Toplum uzun süre konuşup tartışmadan bir başkanlık sistemine geçilmemesi
gerekir diye düşünüyorum.”
Tahir Elçi’nin özellikle Güneydoğu’da toplumun
beklentilerine ve kaygılarına dair anlattıklarından çıkanı tekrar edeyim: Halk seçim
sonrası demokratik yenilenme olacak diye umut taşımak yerine ne olacağı tam
olarak anlatılmayan bir başkanlık sistemi acaba neler getirecek, çözüm süreci
ilerleyecek mi diye kaygılar içinde.
2010'dan sonra değişenler...
Bahsettiğim gibi Tahir Elçi ile ilk mülakatımızı 2010yılının Nisan ayında İstanbul’da yapmıştık. O zaman çok umutluydu, çünkü faili
meçhul cinayetlere ilişkin yürütülen soruşturmanın derinleştirilerek
ilerleyeceğine inanıyordu ve 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da avukatlık yaptığı
dönem için şöyle diyordu:
“1992 ve 1993’de Cizre’de ve Şırnak’ta babası, eşi, çocuğu
ya da başka bir akrabası kayıp ve büyük ihtimalle de yargısız infaz kurbanı kişilerle
her gün karşılaşıyordum.”
Çoğumuzun İstanbul’da gördüğü de Galatasaray Lisesi önünde
yüzlerce oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri oluyordu. Onlar muhtemelen yargısız
infaz kurbanı olan kayıp çocuklarını arıyor ancak kemiklerine bile ulaşamıyor,
mezarlarında yas tutamıyorlardı.
Peki, kimin işiydi bu yargısız infazlar?
Kısaca JİTEM ya da Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele –
Jandarma Genel Komutanlığı’nın inisiyatifiyle terörle mücadele faaliyeti
yürüttüğü için kurulduğu söylenen, varlığı uzun süre doğrulanmamış olan ve
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma sayesinde, 2011’de
varlığı kabul edilen, 1987’de kurulduğu ortaya çıkan “kurum.”
Bu bilgiler, emekli Albay Arif Doğan’ın açıklamaları sonucu
ortaya çıkmış, Doğan JİTEM’i kendisinin kurup kendisinin dondurduğunu söylemişti.
Bu konuda bir diğer önemli isim de eski JİTEM elemanı olarak
ifade veren ve bölgedeki cinayetlerin yüzde 80’inin JİTEM tarafından
işlendiğini iddia eden Abdülkadir Aygan. Cinayet sayısı bazı kaynaklara göre binlerce,
bazılarına göreyse 17,500. Sayı ne olursa yapılanlar korkunç; faillerin ortaya
çıkarılmaması, adaletin yerine gelmemesi de acıları kat kat arttıran başka bir
felaket.
Tahir Elçi “faili meçhul cinayet” olarak söz edilen yargısız
infaz ve zorla kaybettirme olaylarının faillerinin ortaya çıkarılması konusunda
artık umutsuz. Bu konuda ümit veren bir gelişme, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde
görülen Albay Cemal Temizöz (Dönemin Cizre İlçe Jandarma Komutanı) ve diğerleri
davasıydı. Sanıklar, Şırnak’ta 1993-95 yılları arasında 20 kişinin gözaltında
kaybedilmesi ile ilgili olarak; suç işlemek amacıyla örgüt oluşturma ve bu örgüte
üye olma, adam öldürmeye azmettirme ve adam öldürme suçlarından yargılanıyorlardı.
Hakkında 5 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen, ayrıca Balyoz
davasında da 18 yıl hapis cezası kesinleşen Temizöz geçtiğimiz yıl 5
yıllık tutukluluk süresi dolduğu gerekçesiyle tahliye edildi.
Yargısız infazlar ve zorla kaybetme olaylarına ilişkin
zamanaşımının sonuna gelindiği için adli makamların elini çabuk tutması
gerekiyordu. Bu yapılmadı. 1990’lı yıllarda ve öncesinde devlet ajanları
tarafından işlenen işkence, faili meçhul, köy boşaltma, zorla kaybetme
suçlarının birçoğu hakkında, zamanaşımı gerekçesiyle takipsizlik kararı verildi
veya verilmeye devam ediliyor.
Benzer davaların akıbetini izlemek için son derece faydalı
bir blog var: http://failibelli.org/
Türkiye’nin faili meçhulleriyle yüzleşmesi sağlanamazsa, toplumsal
barış gerçekleşmeyecek, sadece umut olarak kalmaya devam edecek. Bunu insan
hakları ve demokrasi alanında öncü çalışmalar yapan pek çok kurum ve kişi
söyledi.
Ne yazık ki, Türkiye’de Kürt sorununu sadece PKK ile
çatışmaya indirgeyen ve PKK’nın ortaya çıkma nedenlerini görmezden gelen bir
görüş hala mevcut. Bu konuda görüşleri kemikleşmiş olanlara artık diyecek bir söz yok ancak bir parça merakı ve ilgisi bulunan olağan vatandaşa
insanlık görevi adına işine yarayacak birkaç anahtar kelime öneriyorum: Diyarbakır
Cezaevi, Güçlükonak Katliamı, Şemdinli olayı, Musa Anter cinayeti…
Sadece
başlangıç için...