Bu haftanın konuğu iklim değişikliği konusunu yıllardır
izleyen ve Paris’te iklim değişikliği zirvesine katılan, İstanbul Politikalar
Merkezi kıdemli araştırmacısı Ümit Şahin.
Paris’teki zirveyi dünya milletleri aylardır hatta yıllardır
bekliyor, sonuç olumlu çıksın ve Kopenhag’daki düş kırıklığı yaşanmasın diye
umut ediyorlardı. Zirveye katılan 195 ülkenin 12 Aralık’ta anlaşmaya varması “tarihi
karar” diye nitelenen haberlerle verildi. Türkiye’de ise bu konu hiç heyecan
yaratmadı, kısa haberlerle geçiştirildi.
Ümit Şahin’e göre Türkiye’de kamuoyunun konuya bu kadar uzak
olmasının nedeni ülkedeki “demokrasi krizi.”
“Bu geçmişte olsaydı, medyayı suçlardım. Ancak görünen o ki konu
Türkiye’nin demokrasisindeki yetersizlikler. Türkiye’de demokrasi krizde, bu
yüzden Türkiye küresel gerçeklerden kopuş yaşıyor; gerçekçi olmayan bir şekilde
kendi iç meselelerine gömülmüş durumda ve dünyanın en büyük konferansının
farkında değil. Bu çok ciddi bir kilitlenme, karbon ekonomisine kilitlenme
kadar ciddi. Gerçeklerden uzaklaşmak anlamına geliyor. Bunun eğitim, sosyoloji
ve diğer gerçeklere dayalı açıklamaları olabilir ama ana sebep demokrasinin
krizde olması.”
Dünya iklim değişikliğine karşı mücadele ederken Türkiye’nin
de bu yönde ilerlemesi gerek diyen Şahin, bunun için hükümetin akademiden ve sivil
toplumdan bileşenleri konuya dahil etmesi gerektiğine dikkat çekiyor ancak sadece
TÜSİAD, MÜSİAD ve TOBB gibi belli iş çevrelerinin dahil edildiğini belirtiyor.
Paris Anlaşması ile içinde bulunduğumuz yüzyılda sıcaklık
artışının 2 dereceyi aşmaması, 1,5 derecede tutulması hedeflendi. Ülkelerin
iklim değişikliği ya da küresel ısınma gerçeğini kabul edip böyle bir anlaşmaya
varmaları bir gelişme ancak belirlenen hedefe ulaşmak için atmosfere salınan
sera gazı emisyonlarının düşürülmesi gerekiyor. Bu yönde ülkelerin kendileri
için çizdiği hedefler var ama yeterli değil. O halde anlaşma hedefleriyle
çelişen bir durumda. Şahin’in açıklaması şöyle:
“Bu anlaşmanın en zayıf halkası. Eğer ülkelerin emisyon
azaltma hedefleri olduğu gibi kalırsa, bulunduğumuz yüzyılda sıcaklık artışının
2 dereceyi aşmaması veya 1,5 derecede tutulması mümkün olmayacak çünkü zaten
sıcaklık 3 dereceye çıkacak. Bu çelişki anlaşmayı zayıf kılıyor. Yine de ümit
var çünkü ülkelerin belirlemiş olduğu hedeflerin yetersiz kalacağı da anlaşmada
yer alıyor. 2020 yılında Kyoto Protokolü sona eriyor ve Paris Anlaşması devreye
giriyor olacak. Emisyon hedeflerini azaltmak için değiştirmekse 2025’den önce
mümkün görünmüyor. 10 yıl boyunca bu hedeflerin değişmemesi dünyada karbon
ekonomilerinin teşvik edilmesi demek. Bu da, Türkiye’de de dahil, daha çok
kuraklık ve ada ülkelerinin yok olması anlamına geliyor.”
Türkiye’de kömüre dayalı enerji üretiminin artması sorunların
da artması gerek. Bu konuya ilişkin olarak da Şahin şunları söyledi:
“Türkiye elektriğinin sadece yüzde 27’sini kömüre dayalı
üretimden sağlıyor ancak kömüre dayalı üretimin enerji elde etmedeki payı gittikçe
artıyor ve 2030 yılında yüzde 30’u bulacak. Diğer yandan Türkiye yüzde 30
oranında da yenilenebilir enerji kaynakları kullanmayı hedefliyor ancak bunun
içinde yanlış yerlere konumlandırılmış ve çevreyi harap eden yüzlerce HES var. Türkiye,
iklim değişikliğine karşı mücadele etmek istiyorsa, kömürün enerji üretimindeki
payını azaltması, rüzgâr, güneş ve jeotermal kaynaklardan enerji üretimini
arttırması gerekiyor. Bu konuyla ilgili raporumuzda rüzgâr, güneş ve jeotermal
kaynaklardan –HES’ler hariç—enerji üretiminin 2030 yılına kadar yüzde 40
arttırılabileceğini gösterdik. Türkiye’de hükümet bu yönde siyasi irade
gösterirse, pazar yenilenebilir enerji üretimine doğru kayabilir. Emisyonların
azaltılması için kömür yakıtlı enerji üretimi lisanslarının derhal iptal
edilmesi gerekiyor.”
Ümit Şahin’le söyleşimizden çarpıcı bölümler bunlar. Söyleşinindaha detaylı olan İngilizcesi burada.
Şahin’le 2013 yılının Ekim ayında yaptığımız söyleşide ise Hükümetlerarası
İklim Değişikliği Paneli’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC)
son raporunu değerlendirmiştik. Bu raporda Akdeniz ekosistemlerinin iklim
değişikliğinden en çok etkilenecek kesim olduğu da belirtiliyordu. Şahin’in
konuya ilişkin yorumu söyleşimize başlık olmuştu: “Medeniyet başladığı yerde
bitecek.”