Bu hafta konuğum Kürt sorununun çözümüne katkı sunmak için
kurulmuş olan Türkiye Barış Meclisi (TBM) üyesi yazar Necmiye Alpay, barışa
dönmenin zor olduğu bugünlerde, bunu yapmanın ne kadar hayati bir önem
taşıdığına işaret etti:
“Kürtlerin duygusal kopuşundan epey söz edildi. 2010 yılına
kadar, Kürt kanaat önderleri barış için hâlâ çok geç olmadığını fakat
kendilerinin barışın konuşulabileceği son nesil olabileceğini söylüyorlardı.
Araştırmalar, Türkiye’den ayrılmak isteyen Kürtlerin yüzde 30 oranında bile
olmadığını gösteriyor, geriye kalan yüzde 70 ayrılmak istemiyor. Ancak, barış
süreci olmazsa, savaş tüm fiziksel ve psikolojik sonuçlarıyla böyle devam
ederse durum daha da kötüleşebilir.”
Hükümet tarafından sorunlara çözüm olacağı öne sürülerek
gündeme getirilen yeni anayasa tartışması konusunda ise Alpay görüşlerini şöyle
ifade ediyor:
“Anayasa, toplumun üzerinde mutabakata vardığı bir metindir.
Bu mutabakata varmak için de özgürce tartışma yapmak gerekir. Hükümeti
eleştiren herkesin tehdit ve tacizle karşılaştığı bu ortamda yeni bir
anayasadan söz etmek mümkün değil.”
Alpay’la söyleşimizin ana başlıklarla özeti şöyle:
*** Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “önümüzdeki süreçte ne
bölücü terör örgütü ne de onun güdümündeki parti ve diğer yapılar asla muhatap
alınmayacaktır, o iş bitmiştir” dedi. Güneydoğu’da çatışmalar devam ederken bu
ifadeyle ilgili olarak görüşleriniz neler?
Bunu duyduğumda aklımdan geçen iki şey oldu. Birincisi ne
kadar vahim bir durumda olduğumuz ve savaşın muhtemelen devam edeceği. İkincisi
de Tayyip Erdoğan’ın yarın, bugün söylediğinin tam tersini söyleyebileceğiydi.
Televizyonda bazı AKP mensupları, Erdoğan’ın bu sözlerinden önce, silahlı örgüt
mensuplarının artık bir barış süreci olmayacağını söylediklerini ileri
sürüyorlardı. Bunun doğru olup olmadığını kontrol etmedim ancak doğruysa
şaşırmam çünkü silahlı örgüt, sadece Türkiye içinde değil dışında da aktif ve
bu çatışma artık sadece Türkiye’nin sorunu değil. Bir savaş var ve savaşta güç
gösterisi yapılıyor. Her iki taraf da geri adım atacak gibi gözükmüyor.
*** PKK ve ilişkili diğer organizasyonların barış fikrinden
tamamen vazgeçtiğini düşünüyor musunuz?
Silahlı örgütün barış fikrinden bu kadar kolay vazgeçtiğini
düşünmüyorum, çünkü Türkiye’deki çatışmadan Kürt halkı çok acı çekiyor. Hiç 7
gün 24 saat süren sokağa çıkma yasakları yaşadığımızı hatırlamıyorum. Bu,
askeri darbe dönemlerinde dahi olmamış bir şey.
‘7/24 sokağa çıkma yasakları hiç olmamıştı’
*** Uluslararası af örgütü (Amnesty International, AI) yeni
yayınladığı bir raporda Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki çatışmalardan 200 bine
varan sayıda yerli halkın etkilendiğine ve hayatlarının tehlikede olduğuna
dikkat çekerek, devletin uyguladığı yöntemlerin insan haklarına aykırı olarak
toptan cezalandırmaya vardığını vurguladı. Bazı gözlemciler bu dönemi 12 Eylül
dönemine benzetip karşılaştırıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
İki kötü dönemi birbiriyle karşılaştırmak doğru değil çünkü
farklı açılar var. Ancak hak ihlalleri o kadar ağır ki, bu dönemleri
karşılaştırmak zorunda bırakılıyoruz. 12 Eylül zamanında gözaltında ciddi
şekilde sistematik işkenceden geçen insanlar bugün ya bu yüzden hayatta
değiller ya da fiziksel ya da psikolojik olarak yaralanmış durumdalar. Bunlar
insan hakları kuruluşları tarafından raporlandı. Şimdi işkence yok mu? Var.
Ancak iki dönem bu açıdan karşılaştırılamaz. İçinde bulunduğumuz durumu ayıran
en çarpıcı özellik hukukun ayaklar altında olması. … Ayrıca daha önce de söylediğim
gibi 7/24 haftalarca, hatta aylarca süren sokağa çıkma yasakları hiç olmamıştı,
güvenlik güçleri ölü bedenleri sokaklarda sürüklememişti. Her dönemde farklı
kötülükler yaşadık. Her dönemin ortak noktası diyebileceğimiz bir şey var, o da
kötü şöhretli “Türk gladyosu” ki Erdoğan ve hükümet bunun üzerine gitmek yerine
onunla uzlaşmış görünüyor.
*** Hükümetin eski sözcüsü Bülent Arınç’ın bir haber
mülakatı sırasında müzakere masasında Abdullah Öcalan da “olacak, olmalı”
demesi sizi şaşırttı mı?
Ben Arınç’a “supap” diyorum. Tayyip Erdoğan’ın sert
sözlerini yumuşatan bir supap. Bazıları da Arınç’ın iyi polisi oynadığını
söylüyor. Öte yandan, Öcalan’ın rolü barış süreci için önemli. Kürt halkı için
sembolik açıdan önem taşıyor. Hemen hemen bir yıldır avukatlarını ya da
ailesini görmesine izin verilmiyor, mutlak olarak tecrit edilmiş durumda ve
Kürt halkı bu duruma tepki veriyor.
*** Hükümet Öcalan’ı tecrit ederek etkisini azaltmaya
çalışıyor gibi görünüyor, sizce Öcalan’ın yeniden konuşmasına izin verilirse
şiddet azalır mı?
Sanıyorum azalır. Hatırlayın, barış sürecinin başlangıcında
silahların devrinin sona erdiğini ve artık müzakere zamanı olduğunu söylemişti.
Tekrar konuşabilse, muhtemelen silahlı çatışma çağrısı yapmayacaktır. Ancak
özerklik için pazarlık edebilir ve hükümet bu yüzden Öcalan’ın söyleyeceklerini
halkın duymasını istemiyor.
‘Hiçbir silahlı örgüt müzakere sürecinde silahları
bırakmamıştır’
*** Barış sürecinin yeniden başlaması PKK’nın silahları
bırakması koşuluna dayandırılıyor. Bu mümkün mü?
Şimdiye kadar hiçbir silahlı örgüt müzakere sürecinde
silahları bırakmamış. Dünyada bunun tek bir örneği yok, ne İspanya’da ETA, ne
Britanya’da IRA, vs. Devlet silahlı örgütle silahları bırakmanın detaylarını
konuşabilir ancak anadilde eğitim, özerklik, anayasa gibi konular Kürt halkının
temsilcileriyle konuşulur.
*** Hükümet gündeme tekrar yeni anayasa yapımını getirirken
barış sürecine de girilmesi olasılıklı mı?
Değil çünkü AKP hükümeti bir yandan HDP’ye yükleniyor, diğer
yandan Güneydoğu’da Kürt halkı üzerinde zulüm uyguluyor. Bu şartlar altında
yeni bir anayasa hakkında nasıl konuşabilirsiniz? Yeni bir anayasayı
konuşabilmek için özgür bir ortam gerekir. Herkes baskı altında. Gazeteciler,
akademisyenler baskı altındayken yeni bir anayasa hakkında tartışmak mümkün mü?
… Hukukun üstünlüğü yok. Kirli bir savaş var. Türk gladyosunun yeniden aktif
olduğuna dair soru işaretleri var. Hâlâ pek çok siyasi cinayetin “faili meçhul”.
Hrant Dink ve Tahir Elçi cinayetleri de bunların içinde yalnızca ikisi. Hukuka uygun davranılmıyor. Bu yüzden, yeniden barış sürecine dönmek çok
zor ama, başka çaremiz de yok. Yoksa bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti olmayacak.
*** Barış süreci olmazsa Türkiye Cumhuriyeti’ne ne olacak?
Kürtlerin duygusal kopuşundan çok bahsedildi. 2010 yılına
kadar, Kürt kanaat önderleri barış için hâlâ çok geç olmadığını, fakat
kendilerinin barışın konuşulabileceği son nesil olabileceğini söylüyorlardı.
Araştırmalar, Türkiye’den ayrılmak isteyen Kürtlerin yüzde 30 oranında bile
olmadığını gösteriyor, geriye kalan yüzde 70 ayrılmak istemiyor. Ancak barış
süreci olmazsa, savaş tüm fiziksel ve psikolojik sonuçlarıyla devam ederse
durum daha da kötüleşebilir.
*** Olabilecek en kötü senaryo nedir?
AKP’nin PKK’yı tamamen yok etme gibi bir takıntıyla Suriye
ve Irak’a girmesi. Bu tür bir senaryo üçüncü bir dünya savaşı demek olabilir
çünkü bölgede hâlihazırda 60 ülkenin silahlı kuvvetleri var.
‘Akademisyenler devletin en tepesinden tehdit ediliyor’
*** “Bu suça ortak olmayacağız” diyen Barış için
Akademisyenler bildirisine karşılık bazı akademisyenler bildirinin içeriğine,
sadece devleti suçlayan, PKK konusunda hiçbir şey söylemeyen tek taraflı bir
bakışa sahip olduğunu öne sürerek karşı çıktılar. Sizin görüşünüz nedir?
Bildiriyi imzalayan akademisyenler öylesine tehditlerle
karşı karşıya kaldılar ki, bildirinin içeriği ikinci plana düşmüş durumda. Bu
tehditler hem devletin en üst kademesinden hem de Sedat Peker gibi cezaya
çarptırılmış bir mafya patronundan dahi geldi ve Peker oluk oluk kan akıtmaktan,
akademisyenlerin kanlarıyla yıkanmaktan söz etti. Bazı akademisyenlerin çalışma
odalarının kapılarına çarpı işaretleri konulması Nazi dönemini çağrıştırdı.
Bunlar öylesine öne çıktı ki bildirinin içeriğini tartışacak durumda değildik.
Burada çok vahim olan ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan’ın daha önce Tayyip
Erdoğan’la iyi pozlar vermiş olan Sedat Peker’in tavrına karşı bir söz etmemiş
olmalarıdır. Sedat Peker’e karşı açılan iki soruşturma da akademisyenlerin
girişimiyle oldu, savcıların girişimiyle değil. Sedat Peker gibi suçlular,
onları bu tür tehditlerinden ötürü kınamayan otoriteden bu dolaylı desteği almasalardı
zaten bu kadar cüretkâr olamazlardı.
İçeriğe gelince, bence metinde yanlış yorumlamaya açık bazı
sözcükler vardı. Ancak imzaladığımız her bildiride böyle ifadeler olabilir.
Daha önce üniversitelerde ders veriyordum artık vermiyorum ve bu yüzden de
metin imzalamam için bana gelmedi. Ama gelseydi, içeriği de destekleyerek
imzalardım. Bir noktada sesimizi yükseltmemiz gerekiyor, bunu yapmazsak
otoriteden gelecek her türlü baskıyı kabul etmeye hazır olmamız gerekir.
Barış süreci devam ederken ilgili dinamikleri ele alan bir konferanstaki sunumlar, Alpay ve Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü Hakan Tahmaz editörlüğünde Barış Açısını Savunmak isimli kitapta toplandı.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder