Bu hafta konuğum
Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Profesörü Ayhan Aktar, yeni anayasa tartışması ile
tekrar gündeme gelen başkanlık sistemi konusundaki sorularımı yanıtlarken, Tayyip
Erdoğan’ın bir Milli Şef rejimi inşa etmek istediğini ve bunun “maalesef” bizim
geleneğimizde olduğunu söyledi:
“Milli Şef
rejimini bir daha, 2016’da kurmaya çalışıyor. Tayyip Erdoğan, tarihi bir figür
olarak Mustafa Kemal Atatürk’le yarışıyor. Belki de bilinç altından ‘Atatürk
kurucuydu, ben mükemmelleştirici olacağım’ diyor. Bu nedenle bütün bu yetkileri
kendinde toplamak istiyor.”
Aktar,
ülkenin doğusu ile batısı arasındaki duygusal kopuşa, Güneydoğu’daki silahlı
çatışmalardan Kürt sorununun akıbetine kadar pek çok konuda görüşlerini
açıklarken, başkanlık sisteminin AKP’nin sonunu hazırlayacağını da ileri sürdü.
Aktar’la
mülakatımız Zaman, Zaman internet sitesi ve T24’de farklı başlıklarla görüldü.
İlk olarak
Today’s Zaman’da çıkan mülakatımız aşağıda:
*** Türkiye’nin
batısı Güneydoğu’da, Kürt coğrafyasında yaşananlara neden bu kadar kayıtsız?
Bir kaç ay
önce bir konferans için İsrail’e gittim. Tel Aviv, Akdeniz kıyısında Los
Angeles gibi bir yer. Kızlar sokakta bikiniyle geziyorlar, surf yapıyorlar, hızlı
bir gece hayatı var. Halbuki 50-60 km ötede Nablus’a, Ramallah’a gittiğinizde, orada
kan gövdeyi götürüyor. Aklıma şu geldi, Türkiye ile İsrail birbirine çok
benziyor. Türkiye’nin batısında sakin bir hayat var, Güneydoğu’da, Kürt
coğrafyasında ise kan gövdeyi götürüyor. Ve bir çeşit duygusal uzaklık var. Bu
duygusal uzaklık çok belirleyici sanıyorum. Sur ve Cizre’de aynen Putin’in Çeçenistan’da
Grozni’de yaptığı türde bir operasyon, bir “temizlik” operasyonu, uygulanıyor.
PKK’nın günahı yok mu? Tabii ki var. 1972 model, kırlardan şehirlere devrim
teorisiyle bir operasyon başlattılar; Temmuz ayının başında savaşı kabul
ettiler ve çok ağır bir bedel ödüyorlar. Tabii ki kitle tabanlarını da
kaybettiler. 24 bin nüfuslu Sur ilçesinde 22 bin kişi orayı terk ettiyse ve
geriye kalan 2000 kişi de o hendeklerin başında duran zavallı çocukların
ailesiyse, insanlar çocuklarına göz kulak olmak için orada kalmayı seçtilerse,
burada PKK açısından düşünülmesi gerekenler var. Ama orada olanlar, Türkiye’nin
batısındakileri ilgilendirmiyor, Türkiye’nin batısında bomba patladığında da Kürtleri
pek ilgilendirmiyor. Sanki Türkiye zihinsel açıdan bölünmüş vaziyette.
*** Bu
bölünmüşlük nasıl giderilebilir?
Herhalde
yeni bir anayasa ve yeni bir toplumsal sözleşme ile. Ama şu anda iktidar
partisinin kafasındaki anayasa taslağı ile değil! Çünkü verdikleri görüntü, devletle
Kürtler arasında helalleşmeyi getirebilecek bir toplumsal sözleşme gibi
gözükmüyor. Daha çok başkan babamızın yetkilerini arttıracak aşırı merkeziyetçi
bir rejim getirecek gibi görünüyor. 78 milyonluk memleketi, dünyanın 17’inci
büyük ekonomisini bütün kararları Ankara’dan vererek nasıl yönetebilirsin? Bir
sosyoloji profesörü olarak benim bunu aklım almıyor.
‘Parlamentodaki o kart kutuları
merkeziyetçiliğin en güzel göstergesi’
*** Cumhurbaşkanı
zaten başkan gibi davranıyor, yeni bir anayasaya neden ihtiyacı olsun ki diyen
gözlemciler de var…
Ben buna
katılmıyorum. Fiilen (de facto) kullandığı yetkileri hukuki (de jure) hale
getirmek istiyor. Mesela, X üniversitesinin öğretim üyeleri Ahmet ya da Ayşe’yi
rektör seçmiş, cumhurbaşkanı da bu kişiyi atamak zorunda kalıyor ama o
rektörden hoşlanmıyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı rektör seçimini kaldırıp o işi
merkezden halletmeyi istiyor. Bu kadar gelişmiş bir ekonomide, yerel taleplerin
bu kadar patlamış olduğu bir yerde hala her şeyi merkezden hallederek nereye
gidebilirsin? Yıllar önce, parlamentoya gittiğimde ziyaretçi kart kutularının
çokluğu dikkatimi çekti. ‘Her gün buraya bu kadar adam girip çıkıyor mu’ diye
sordum, ‘evet’ dediler, güldüm. Bir sürü iş merkezden hallediliyor Türkiye’de.
Mesela Erzincan Lisesinde bir matematik öğretmeninin ataması Ankara’dan
yapılıyor, ya da Trabzon devlet hastanesinde bir hemşirenin ataması. Bütün bu
atamaları ya da tayinleri torpille yaptırabilmek için insanlar Ankara’ya
gidiyorlar. Parlamentodaki o kart kutuları merkeziyetçiliğin en güzel
göstergesi. Trabzon devlet hastanesinde çalışacak bir hemşirenin atamasını
Trabzon Devlet Hastanesi ya da Trabzon İl Sağlık Müdürü yapsa ne olur? Dünya mı
yıkılır?
*** Bunu
tartışmıyoruz bile…
Tartışmadığımız
gibi merkeze daha fazla yetki istiyoruz; merkezde de bürokrasiye değil, başkan
babamıza yetki istiyoruz. II. Abdülhamit dönemini çalışan tarihçiler Osmanlı
arşivinde iki türlü kaynağa bakarlar. Birincisi, nezaretler -- Hariciye, Maarif,
Dahiliye vs- evrakıdır. İkincisi de, Yıldız evrakıdır. Çünkü II. Abdülhamit, Osmanlı bürokrasisini
yerinde tutmuştur ama Yıldız Sarayı’nda kendine çalışan bir bürokrasi
oluşturmuştur. Bir sürü vali sultana doğrudan yazarlar ve bunlar daha
önemlidir; ciddi bir mesele bütün açıklığı ile nezaret yazışmalarında değil Yıldız
evrakında görülür. Bu çerçevede galiba tarih tekerrür edecek. Bundan 100 sene
sonra Cumhuriyet arşivlerine giren bir tarih doktora öğrencisi Beştepe saray
evrakına bakmak zorunda kalacak. Mesela Şırnak Valisi ya da Şırnak Emniyet Müdürü
belki de saraya yazmak zorunda kalacak. Halbuki dünyada trend merkezden taşraya
yetki devri şeklindedir (desantralizasyon). Veya işlerin yerel olarak
kararlaştırılması. Aşırı merkeziyetçi bir sistemde bürokrasinin etkin çalışması
imkansız hale geliyor.
‘CHP’nin yenilenmesi için o Milli Şef
dönemi ile arasındaki ideolojik bağını kopartması lazım’
*** Peki bu
kadar geri ve zorsa iktidar neden hala bu sistem istiyor?
Bir sebebi
siyasi kültürümüzdür. Geçenlerde Üstün Ergüder’le olan mülakatınızda, Üstün
Hoca diyordu ki, ‘Tayyip Erdoğan’ı biz delirttik çünkü her şeyi kendisine
soruyoruz, bana da rektörken her şeyi sorarlar ve deli ederlerdi’. Bizde, ‘bir
de, beyefendiye soralım’ kültürü vardır. Yalakalıkla da desteklenir. Bürokratlar
kesinlikle inisiyatif alamazlar ve öyle de kalmaları istenir.
*** CHP kurultayına
Kemal Kılıçdaroğlu tek aday olarak girdi ve 990 oyla yeniden Genel Başkan
seçildi. 248 geçersiz oyun büyük bölümünde delegelerin oy pusulasına Mustafa
Kemal Atatürk yazdığı iddia edildi. Siz demiştiniz ki, Recep Tayyip
Erdoğan’ın yarıştığı şahsiyet Mustafa Kemal Atatürk. Türkiye’ye başkanlık
sistemi gelirse manzara nasıl olur?
Tayyip
Erdoğan’ın istediği başkanlık sistemi Amerikan usulü değil. Obama’nın sahip
olduğu yetkiler Tayyip Erdoğan’a az geliyor. Diyor ki, mesela, ‘ne biçim iş,
Obama Ankara’ya bir büyükelçi bile atayamıyor’. Tabii ABD’de atamanın
yapılabilmesi için büyükelçi adayının Senato Dışişleri Komisyonu’nda ifade
vermesi gerek. Ancak komisyon onayından sonra atanabiliyor. Dolayısıyla bu sınırlamalar
Tayyip Erdoğan’ı kesmiyor. Latin Amerika’daki diktatörlüklerin başkanlık
sistemine gelince, o yetkiler 1982 anayasasında var. Ancak darbeci Kenan Evren
onlarla mukayese edilebilir. Peki, istenen nedir? Tayyip Erdoğan bir Milli Şef
rejimi inşa etmek istiyor ve bu maalesef bizim geleneğimizde var.
*** Milli Şef
ne yapar?
Nüfusun
yüzde 85’inin kırsal alanda oturduğu, köylerin yollarının yılın 6 ayı kapalı
olduğu 15 milyonluk bir memlekette, bir şeyler yapar. Milli Şef sistemi bu
küçük toplumda anlamlı olabilirdi. Bu zaten iki savaş arası dönemde Avrupa’nın
realitesidir. Ama Tayyip Erdoğan’ın şimdi istediği sistem, Milli Şef
sisteminden esinlenen bir rejim ve buna CHP’liler itiraz edemezler. AKP’liler dönüp
‘yapmayın kardeşim, biz Atatürk ve İnönü’nün sistemini istiyoruz’ deseler CHP
ne cevap verecek? Yani Mustafa Kemal veya İsmet İnönü’nün sahip olduğu yetkiler
konusunda sesini çıkarmayıp aynı yetkileri Tayyip Erdoğan istediği zaman ses
çıkarmak olacak bir şey değil, bu CHP ve Kemalistler açısından bir açmazdır.
CHP’nin yenilenmesi için o Milli Şef dönemi ile arasındaki ideolojik bağını
kopartması lazım. Bu her zaman gündemdeydi, şimdi daha çok gündemde. CHP’nin kalkıp
İsmet Paşa’nın sistemini yerin dibine batıracak lafları söylemesi lazım, söyleyemiyor.
Recep Tayyip Erdoğan ise söylüyor; yok ‘Dersim’ diyor, yok ‘tek parti
diktatörlüğü’ diyor ama o Milli Şef rejimini bir daha, 2016’da kurmaya
çalışıyor. Tayyip Erdoğan, tarihi bir figür olarak Mustafa Kemal Atatürk’le
yarışıyor. Belki de bilinç altından ‘Atatürk kurucuydu, ben mükemmelleştirici
olacağım’ diyor. Bu nedenle bütün bu yetkileri kendinde toplamak istiyor.
***
Başarabilir mi bunu peki?
Başarmanın
fizibilitesi yok. Nüfusun yüzde 90’nın şehirlerde oturduğu, dünyanın 17. büyük ekonomisi
olan, sosyal medyanın bu kadar geniş, herkesin şu veya bu şekilde fikir beyan
ettiği bir memleketi tek parti rejiminin anayasal sistemiyle yürütmek mümkün
değil. Yani cumhurbaşkanının emriyle faizleri düşük tutalım filan dersen,
ekonomi patlar. Bunların maliyetleri çok ağır olur. Dikkat edin, 1929 dünya
ekonomik krizinde Türkiye’nin batısı ezilmiştir. Anadolu’nun ücra köylerine bir
şey olmadı, çünkü dünya ekonomisine entegre değillerdi. Ama İzmir ve çevresi dışarı
üzüm, incir, pamuk gibi mallar satıyordu. Bunlar satılamayınca olaylar çıktı, 1930
Menemen olayını böyle açıklamak gerekir.
‘Orta sınıfları vergilendirince Ankara’da
saray yaptıramazsın’
*** AKP
ekonomik vizyonu olan bir parti olarak dikkat çekti. Bundan sonra gözü kör
olabilir mi?
Şöyle bir
Türkiye’yi sürdürmek artık mümkün mü? Devlet gelirlerinin yüzde 30-35’inin
dolaylı vergilerden alındığı -- yani benzin, mazot, rakı, sigara gibi şeylerden
– bir ekonomik düzeni nasıl sürdürebilirsiniz? Devlet, beyanname usulü bir
vergi kanununa geçmeye mecburdur. Şimdi Türkiye’de yolsuzlukla mücadelede bazı
şeyler hiç gündeme gelmiyor. Diyoruz ki, iktidara gelenler çalıyor. Ortalama
vatandaş, ‘bana ne!’ diyor. Haklı, çünkü vergi vermiyor. Vergi verse, ‘benim
paramla hovardalık yapamazsın’ diyecek. Kısacası, artık büyümek için orta
sınıfları vergilendirmek zorundasınız. Onları vergilendirmeye başlayınca ciddi yatırımlar
yaparsın ancak. Orta sınıfları vergilendirince de Ankara’da saray
yaptıramazsın, adama hesap sorarlar. Böyle gidemez. Gitsin dersen bir kaç sene
sonra ne köprü, ne baraj ne de yol yapabilirsin. Zaten AKP’nin ekonomik büyüme
formülü genel olarak inşaat sektörü üzerinden gidiyordu. Ama GAP gibi büyük
kamu yatırımları bitirilemiyor. Çünkü kaynak yok.
*** Geleceğe
dönük beklentileriniz neler? Ümidiniz var mı?
Başkanlık
sistemi AKP’nin sonunu hazırlar. Diyelim ki başkanlık sistemi kuruldu, 2018’de
bir ekonomik kriz oldu ve 2019 cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP karşıtı genç ve
ağzı laf yapan bir lider aday oldu ve başkanlığı aldı. O yetkilerle ne olur? Fransa’nın
son anayasası General de Gaulle için yapılmıştır. François Mitterrand solun
cumhurbaşkanı adayı olarak 1981’de seçildi geldi ve ilk bir ay içinde bütün
yetkileri dibine kadar kullandı. ‘Ne oluyor?’ dediklerinde, ‘valla, bu elbise
General de Gaulle için dikilmişti ama bana da cuk oturdu’ dedi. Türkiye’de şu
an iktidara biat eden bürokratlar var ya, yeni başkana de öyle bir biat ederler
ki, AKP’lilerin aklı hayali durur. Birden hanımlarının başları açılır, çocuklar
İmam Hatip’den alınır, öğlen yemeğinde de bira içmeye başlarlar. Memur takımın
uyum kabiliyeti çok yüksektir. Şu an yaratılan kutuplaşma ortamında yüzde 49.5
a karşı yüzde 50.5 var. Bir sallantıyla o yüzde 49.5, yüzde 40’a inerse, yüzde
60’ın desteğini alacak birisi gümbür gümbür gelir ve o başkanlık yetkilerini bir
güzel kullanır. Kısa vadede çok ümitli değilim, ama uzun vadede başkanlık
yetkileri AKP’nin sonunu hazırlar.
‘AKP’nin oluşturduğu orta sınıf
iktidarın bekçisi haline geldi’
*** Tekrar
en baştaki konuya, Türkiye’nin doğusu ile batısı arasındaki uçuruma dönersek,
aslında bunun benzeri Diyarbakır ölçeğinde dahi yaşanıyor. Diyarbakır’a giden
bir Amerikalı arkadaşım kentin çatışmalardan uzak bir semtinde hayatın
batıdakinden farkı olmadığını söylüyordu. Görüşünüz?
IMC
televizyonunu izlerken, zulüm altındaki Kürtlerin haberlerinden sonra bir
bakıyorsunuz reklam arasında karşımıza Diyarbakır’da cenneti vadeden rezidans
reklamları çıkıyor. Bu da Diyarbakır’ın diğer gerçeği. Türkiye’de büyüyen bir
orta sınıf var ve borçlu insan çok. Son altı yılda 110 bin kişi hapse girmiş
kredi kartı borcunu ödeyemediği için. 2,670,000 kişi de icra takibinde.
Neredeyse her 4 yetişkinden biri ciddi borçlu. AKP iktidarının yarattığı bir
orta sınıf gerçeği var. Bu orta sınıflardır ki, Temmuz ayında başlayan askeri
tırmanmayı – bombalar patlıyor, operasyonlar yapılıyor, şehit cenazeleri vs. –
görüp bir daha istikrar için AKP’ye oy verdiler. Kamuoyu araştırmacıları, ‘insanlar
istikrarı seçti’ diyorlar. İstikrarı seçerek bir anlamda bu orta sınıfların
konsolidasyonunu yaratmış olan iktidara bir şans daha verdiler. Evet, istikrar
tam anlamıyla geri gelmedi ama daha kötüsü olabilirdi diye düşünüyorlar. Futbol
deyimiyle 3-0 mağlup olacağın bir maçtan 0 – 0 berabere ayrılıyorsan iyidir.
Öyle bakılıyor. Ve Tayyip Erdoğan açısından bu kitleler TOKİ’den ev almış, kira
gibi taksit ödeyen, araba borcunu ödeyen kitleler, AKP iktidarının bekçisi
halindeler. Zaten muhalefetin de bir inandırıcılığı yok. İsrail’deki durum da
aynı.
*** Nasıl?
Netanyahu
tabanı içinde önemli bir grup eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen Yahudi nüfus.
Onlar da yeni bir vatan bulmuşlar. İsrail’i kuran İşçi Partisi mensupları onlara
burun kıvırarak bakmış, gariban köylü muamelesi yapmışlar. Aynı şekilde, Arap
ülkelerinden ve Afrika’dan gelen Yahudilere de köylü muamelesi yapmışlar.
Bunlar bu defa dinlerine sarılmış ve Netanyahu’nun seçmeni olmuşlar. Çok
benziyor iktidar yapıları. İsrailli arkadaşlara biraz takıldım: ‘Google
translator’da Erdoğan yazıp “tercüme et” komutuna basınca karşılığı Netanyahu olarak
çıkıyor’ diye. İlk başta duruyorlar, sonra gülüp haklısın diyorlar.
*** Bu çok
ilginç çünkü hem toplumda hem de AKP’de İsrail karşıtı bir manzara var…
Aşk
hayatında ve fizikte olduğu gibi benzer kutuplar birbirlerini iter, pek yan
yana gelmezler. İki taraftaki siyasi iktidar birbirine çok benziyor. Hatta muhalefetteki
İsrail İşçi Partisi ile Türkiye’deki CHP inanılmaz derecede birbirine benziyor.
Onlar da son derece çaresiz, ne yapacaklarını bilmez vaziyetteler. İsrail
devletini biz kurduk ama bu hale düşmeyi hak ettik mi diye ağlaşıyorlar.
Ayrıca, CHP gibi geriatrik sıkıntı içindeler, liderleri yaşlı. Türkiye ile
İsrail arasındaki ilişkilere gelince, siyasi düzeyde soğuk sürse bile iktisadi
düzeyde çok yakın olarak devam ediyor. Türk-İsrail ticaret hacmi 5 milyar
doları geçmiş durumda.
*** Onların
da Kürtleri Filistinliler mi oluyor? Tabii ki İsrail ile Filistinlilerin
ilişkisi Türkiye’de
Kürtlerle olan ilişkiden epey farklı. Türkiye’de Türk ve
Kürt iç içe, dinleri aynı, vatanları aynı, vb.
Evet, bazı
benzerlikler var. Ama benim üzerinde durduğum şey daha çok iktidardaki iki
siyasi akım ve iki liderin yönetme biçimlerinde benzerlik olduğu. İsrail’de
farklı olan, orada hukuk sistemi aslanlar gibi çalışıyor. Geçenlerde, savcılar
Netanyahu’nun karısının 7 saat boyunca ifadesini aldılar. Yolsuzluklar
araştırılabiliyor; bazı eski bakanlar, başbakanlar bu yüzden hapse girebiliyor.
İsrail bir kanun devleti. Bu Türkiye’de maalesef olmayan bir şey.
‘Türkiye’de İslamcılık da PKK da
bitiyor’
*** Kürt bölgesindeki
çatışma daha çok sürer mi sizce?
12 Eylül
1980 darbesi Türk solunu bitirmiştir denir, bir yere kadar doğru. Silahlı bazı örgütleri
bitirmiştir ama sol fikriyatı bitirmemiştir. Sol fikriyatın tam bitişi
Türkiye’de 28 Şubat’tır. 1997 ve sonrasında, kendine ‘sol’ diyen insanların ‘özgürlükçü’
olamadığı bir dönem yaşandı. Çoğu orduya asker yazıldılar. 2002’den sonra gelen
AKP iktidarı ise bölgedeki trendlere uygun olarak İslamcılığı bitirdi. Yani,
‘Efendim, biz Müslümanız. Biz çalmayız, yolsuzluk yapmayız’ dediler. Fakat 17-25
Aralık’la artık bu laflar da ciddiye alınır olmaktan çıktı. Orta Doğu’da da İslamcılık
bitti. Bölgede de, ‘biz Müslümanız; İslam barış dinidir’ diyen adamlar canlı
yayında gırtlak kesiyor. ‘Biz Müslüman insanlarız, otoriter bir tek parti rejiminden
demokrasiye geçmeyi başarırız’ diyen Mursi ve İhvancı takımının Mısır’daki hali
de ortada. İşte ve dışta olup bitenler Türkiye’de İslamcılığı bitirdi.
PKK’nın
Haziran sonunda iki polisin öldürülmesini üstlenerek savaşı kabul etmesi ve
1972 model, Vietnam’dan ilham alan, kırlardan şehirlere devrimci halk savaşı
iddiasıyla bazı şehir merkezlerinde yığınak yapmaları da PKK’yı bitiriyor. Bugün
Diyarbakır’da insanlar devletin yaptıklarına karşılar, ama PKK’nın yaptıklarına
da karşılar. Şaka maka 14 senelik tarih dilimi içinde İslamcılık da, PKK
üzerine yükselen silahlı mücadele hikayesi de bitiyor. Ama Kürt meselesi bitmez.
Kürtlerin eşit hak, kimlik ve tanınma mücadelesi tabii ki devam edecek ama bu
mücadelenin bayraktarı artık PKK olamayacak gibi duruyor. PKK, Haziran’dan bu
yana aldığı kararlarla HDP’yi de bitirdi. Bir takım kamuoyu araştırmaları
HDP’nin de barajı geçemeyeceğini söylüyor. Yani Kandil’deki silahlı kanat, HDP’li
siyasileri ve Selo Başkan’ı da yedi bitirdi. Eğer Tayyip Erdoğan bir baskın
seçim yaparsa, bugün TBMM’deki Kürt bölgesinden gelen milletvekillerinin çoğu
AKP tarafından temsil edilir. Yakında, Öcalan devreye girer diye düşünüyorum. Gidişat
o yönde. Şimdi, kuşatma altında mahalleler var. Çember de gitgide daralıyor.
Bir yerde sona erecek. Umarım bir an önce barış masası kurulur. Durum çok karanlık
olsa bile, hayal kurmaktan vaz geçmemek lazım!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder